Sayın Adnan Oktar'ın 29 Ocak 2010 tarihli röportajından Nur Suresi ile ilgili açıklamalar.
OKTAR BABUNA: Şu akvaryumda, köşedeki balık, hiç kıpırdamadan Hocam, siz konuştukça hep oradan seyrediyor sizi, dinliyor.
ADNAN OKTAR: Ah kurban olurum ben onu Yaratana. Ağabeyisi onu sevsin, o minik tatlı canını.
OKTAR BABUNA: Her gün bu şekilde Hocam, orada köşede bakıyor size.
ADNAN OKTAR: Ağabeyi mi dinliyorsun sen, ne anlattım?
SUNUCU: Birazdan bize anlatacak sizin anlattıklarınızı.
ADNAN OKTAR: Evet inşaAllah, o benim kuzum ablası, çok şeker bir şey o. O benim tatlım o benim, inşaAllah.
Şeytandan Allah’a sığınırım, Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla, “(öyle) adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah’ı zikretmekten, dosdoğru namaz kılmaktan, zekâtı vermekten” dikkat edin, “tutkuya kaptırıp, alıkoymaz”. Ahir Zamanın belası ne, işte bu; tutkuya kapılıp, vazgeçiyorlar. Çileden, cihattan, mücadeleden vazgeçiyorlar. “Onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı, dehşetten allak bullak olacağı günden korkarlar”, Allah’tan korkuyorlar. “Çünkü Allah, yaptıklarının en güzeliyle karşılık verecek ve onlara Kendi fazlından arttıracaktır. Allah, dilediğini hesapsız rızıklandırır. İnkar edenler ise; onların amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer”, serap, görüntü. “Susayan onu bir su sanır. Nihayet ona ulaştığında bir şey bulamaz”, hayal olduğunu anlar. Yani bizim her zaman anlattığımız konu var ya, Kuran buna işaret ediyor işte burada. “Ve yanında Allah’ı bulur”, sadece Allah var diyor. Yani o, her şey görüntüdür, Ben beyninizde görüntü olarak yaratıyorum diyor. Sadece Allah vardır, varlık olarak. Mutlak varlık, sadece Allah’tır.
“Allah da onun hesabını tam olarak verir. Allah hesabı çok seri görendir”, anında karşılığını alır diyor Allah. “Ya da inkar edenlerin amelleri engin bir denizdeki karanlıklara benzer”, bak çok geniş bir şey ama simsiyah karanlık. Ne kadar ruhlarının kara ve korkunç olduğunu Allah gösteriyor. “Onun üzerini bir dalga kaplar”, sürekli bir kabus, sürekli böyle acılar, büyük dalga bak; “onun üzerinde bir dalga daha”. Yani sürekli belalar, kabuslar, korkular, vesveseler, “onun da üzerinde bir bulut vardır”. İyice puslu dünyaları yani, simsiyah karanlık. “Bir kısmı bir kısmının üzerinde olan karanlıklar” yani hani karanlık insan diyorsun ya, simsiyah dünyası. “Elini çıkardığında onu bile neredeyse göremeyecek”, kendisinden bile haberi yok adamın, yolda bile yürüyemiyor artık yani kendisinden bile haberi yok. Değil ki proteinlerin yapısı, işte fosiller evet. “Allah kime nur vermemişse, artık onun için nur yoktur” diyor Allah. Nur, Allah nur vermesi gerekiyor. “Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar, dizi dizi uçan kuşlar, gerçekten Allah’ı tesbih etmektedirler”. Bak, “göklerde ve yerde olanlar, dizi dizi uçan kuşlar, gerçekten Allah’ı tesbih etmektedirler”. Onların çıkarttığı sesler, Allah’ı tesbih oluyor, ama biz bilmiyoruz. Mesela kuşlar da bizi aynı şekilde algılıyor olabilirler. Onlar da bizim öyle bir ses çıkarttığımızı düşünüyorlar olabilirler. Bilmiyoruz çünkü algı değişik. Biz öyle algılıyoruz, onlar da öyle algılıyorlar.
Onların daha değişik dünyası, bizimki gibi değil. Başka bir boyutta kuşlar. Daha bir ayrı alemdir onlar. “Her biri, kendi duasını ve tesbihini şüphesiz bilmiştir”. Şuurları açık demek ki. Bak, “her biri, kendi duasını”, bak dua da ediyorlar “ve tesbihini şüphesiz bilmiştir”. Kendi aleminde, kendi boyutunda biliyor. Ama biz onların boyutuna giremeyiz, onlar da bizim boyutumuza giremiyorlar. “Allah, onların işlediklerini bilendir. Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır”. Diyor ki adam, “bu iş yerleri benim”; senin değil, Allah’ın. Çünkü Allah, senin beyninde meydana getiriyor, öyle bir şey yok. “Dönüş yalnızca O’nadır”, diyor Allah. Sonunda herkes Allah’a dönecek. Mesela şimdi bazen televizyona bakıyorum, böyle genç kızlar gösterişli, güzel yürüyorlar falan, topluca hareket ediyorlar, bu Fashion TV mi ne. Bazen ona bakıyorum. Yani topluca o modeller geliyorlar. Şimdi, gencecik kızlar, aslan gibi hakikaten birbirinden güzel kızlar. Bir düşünüyorum, 90 sene sonra, 100 sene sonra hiçbiri ortada yok, tamamı kemik. Arkasından Allah, toprağın altından bir o kadar daha genç kız çıkarıyor. Bu sefer onlar yürümeye başlıyorlar. Onları toprağın altına alıyor Allah, yine bir daha çıkıyorlar, yine onları da toprağın altına alıyor. Toprak sürekli insan çıkartıyor, Allah toprağı vesile ediyor, toprak çıkartıyor sonra sürekli toprak da kendi içine alıyor. Bir çıkarıyor, bir alıyor, bir çıkarıyor, bir alıyor.
Mesela birbirinden güzel kadınlar var, birbirinden yakışıklı delikanlılar var, hepsini toprak bekliyor. Bir süre sonra bakıyorsun, dümdüz kara toprak olmuşlar hepsi. Bu sefer kara topraktan yine bir vesilelerle, Allah onlardan mesela bitki meydana getiriyor orada toprakta, yiyecek meydana getiriyor. Onun babası onu yiyiyor, işte sperm oluyor, annesinin yumurtası oluyor. Topraktan aldığı gıdalarla, oradan gelen şeylerle, yeniden bir çocuk daha meydana geliyor, o da yine ortaya çıkıyor. Her baktığımda, hepsinin toprak olacağı aklıma geliyor. Ama gözlerine bakıyorum, robot gibi. Yani çoğunluğu öyle, bomboşlar. Yani mesela çok güzel kızlar, ama gözlerine bakıyorum, hiçbir anlam yok. Yani sanki böyle plastikten imal edilmiş gibi. Çok nadir yani gözünde anlam görebildiklerim, böyle derinliği görebildiklerim. Bu çok ürkütücü, sanki, mesela delikanlılar da öyle. Mesela aslan gibi delikanlı ama, böyle robot gibi, plastikten gibi. Hani var ya bu korku filimlerinde falan yapılıyor, laboratuvarda yapılmış insan modelleri oluyor gösteriyorlar, flim icabı öyle gösteriliyor, onu andırıyorlar. Yani bu çok ürkütücü bir şey. Halbuki insan dediğin, dolu dolu olması lazım değil mi? Böyle tavrıyla, konuşmasıyla, kişiliğiyle, şahsiyetiyle, derinliğiyle, aşkıyla, tutkusuyla, fedakârlığıyla, yiğitliğiyle, cesaretiyle, her şeyi ile böyle adeta fışkırması lazım. Vasıfları yok yani, hiçbir vasıfları yok aşağı-yukarı.
Bir aşağıya yürüyor, bir yukarı yürüyor. Bir aşağı yürüyor, bir yürüyor. Ne biliyorsun diyorsun, bir aşağıya yürümeyi biliyorum, bir de yukarı yürümeyi biliyorum diyor. Hayır içinde hakikaten kültürlü, görgülü, aklı başında olanlar var, ben onları tenzih ediyorum. Ama sanki hiç ölümü düşünmüyorlarmış gibi havaları, kakara-kikiri falan, feşmekân. Sürekli gülüyorlar falan, bilmem ne işte, yaşasın bilmem ne TV falan. Tamam da, yani bu yapmacık bir hava oluyor biraz değil mi yani? Niye samimi, niye derinliği yaşayan insan olmazsınız? Ve bunun sonucunda da mutlu olmuyorlar, suratları bir karış. Yani hiçbirinde bir mutluluk göremiyorum. Dolayısıyla da yaratıcı ruh olmuyor işte. Dünyada da ne sanat gelişiyor, ne bilim gelişiyor, ne teknoloji gelişiyor. Dünya ölüme doğru gitmeye başladı, çökmeye doğru başladı. Çünkü Kuran’ın onları, Allah’ın dilemesi ile diriltmesi için, onların bir ölmesi gerekiyor. Mehdi (a.s), hepsini Allah’ın izni ile diriltecek. Bütün ölüleri diriltecek, ölü kalpleri diriltecek, Allah izni ile. Mehdi (a.s)’nin bir özelliği de, Mesihiyet özelliği vardır. Hz. Mesih (a.s) ile beraberdir zaten. Hz. Mesih (a.s)’in bir çok özellikleri onda vardır, Mehdi (a.s) de vardır. Ölü kalpleri diriltecektir. Tabii, yani milyonlarca, milyarlarca ölüyü diriltecektir Mehdi (a.s). Mehdi (a.s)’nin bir vasfı da, milyonlarca insanı Cehenneme göndermektir, bu bilinmiyor. Çünkü Mehdi (a.s), İslam’ı teklif edecek, Kuran’ı teklif edecek.
Teklif geldiği için, teklif gelmiş olmasını anlamasa, belki kurtulacak. Yani belki fetret ehli gibi olacak. Ama tebliğci gelmiş, Mürşid Mehdi(a.s) gelmiş, duymuş, işitmiş buna rağmen yapmamış, hiçbir açıklaması yok. Cehennemin gerekçesi oluşmuş oluyor işte. İmamların zaten özelliğidir, onlar Ahirette sorgulamada onlara soruluyor. Mesela Mehdi (a.s)’ye soracaklar bir kafir sorgulanırken “sen o devirde İslam’ı anlattın mı?” diyecekler, Mehdi (a.s); “Yarabbi anlattım” diyecek, “ben Sana tabiyim tabi ki” diyecek. “Sen duydun mu” diyecek, “duydum” diyecek, “yaptın mı gereğini hükümleri”, “yapmadım” bitti. Çünkü Allah diyor, “bahaneleri kalmaması için gönderiyorum” diyor. Bakın “bahaneleri kalmaması için”, yani bir kaçamak ifade vermemeleri için Ben göndereceğim diyor, elçilerimi onun için gönderiyorum diyor. Mehdi(a.s) de bir nevi elçidir, inşaAllah. Ve milyonlarca insanın Cehennemine vesile olacaktır. Milyarlarca insanın da Cennetine vesile olacaktır. Yani Mehdi(a.s) çok acayip bir varlıktır. Ahir zamanın işte onun için diyor , “acip şahıs” diyor Said Nursi. Yani böyle o da tarif edemiyor, Said Nursi de diyor sadece “acip” diyor. Yani acayip bir insan, tarif edemiyorsun. Vehbi ilme sahip, mesela diyor ki, Arapça’yı pek bilmez diyor hadiste, ama mutlak müctehid aynı zamanda, mutlak müceddid, vehbi ilme sahip ve ledün ilmine sahip. Mesela özü kapsayan bir bilgiye sahip, Zülkarneyn gibi özel bir insan.
Mehdiyetin, tabii Mehdi(a.s)’nin müceddidliği, müctehidliği aynı zamanda kendi talebeleri ve kuruluyla oluşacaktır. Mehdi(a.s)’nin sırf şahsından dolayı müceddid değildir. Yani talebeleriyle beraber yapacaktır. Çünkü o diyor şahsın bizzat kendisinin sadece bu işleri yapacağını zannettikleri için diyor, o eşahsı harika çıktığı vakit herkes onu tanıyacak gibi bir şekil vermişler diyor Bediüzzaman. Halbuki bu dünya bir tecrübe meydanıdır, akla kapı açılır, fakat ihtiyarı yani seçme özelliği elinden alınmaz diyor. Öyleyse o deccal dahi diyor, deccal, kendisi dahi kendisini bilmez diyor. Belki o eşahsı Ahir zaman, Mehdi (a.s) ve Hz.İsa (a.s) imanın nuruyla tanınabilirler diyor. Yani samimi bakıldığında imanın nuru budur. Sahtekarlık yapmadan, böyle dürüst bakarak, çileden acıdan kaçınmayarak, objektif, böyle akılcı, düzgün bakıldığında Mehdi(a.s) güneş gibi belli olacaktır. Öyle zor anlaşılacak şeklinde bir Mehdi (a.s) gönderilmesi yok. Mehdi (a.s) çok şiddetli belli olacaktır. O ayrı, iddia etmeyecek Mehdiliği ama, anlamadım derse çok acayip bir konuma düşer adam. Yani ben anlayamadım, Kuran’ı da anlayamadım diyecek zaten. Yani Mehdi (a.s)’yi anlayamayan Kuran’ı da anlayamaz zaten, hadisi de anlayamadım ben diyor. Ama bülbül gibi şakıyor Ahirette, adeta böyle dili çağlayan gibi oluyor. Konuşmasa da dili konuşmaya başlıyor. Mesela Allah gözüne soruyor, “gördün mü” diyor, göz “ben gördüm” diyor.
Acayip tedirgin oluyor gözü konuşunca. Diline soruyor, “sen söyledin mi” diyor, dil “ben söyledim” diyor. Kulağına soruyor Allah, kulak da konuşuyor, “duydum ben” diyor. Bütün azaları konuşmaya başlıyor, baş edemeyecekler vücutlarıyla. “Buna ne oluyor” diyorlar zaten, “ne oldu bana böyle” diyor. Acayip şaşırıp dehşete kapılıyor. “Görmedin mi ki, Allah bulutları sürmekte, sonra aralarını birleştirmekte, sonra da onları üst üste yığmaktadır; böylece, yağmurun bunların arasından akıp-çıktığını görürsün”. Bak, “Allah bulutları sürmekte, sonra aralarını birleştirmekte, sonra da onları üst üste yığmaktadır”, yani yağmur bulutlarının oluşumu açıklanıyor Kuran’da, bu da bir mucizedir. Bilimsel bir açıklamayı Kuran açıklıyor. Bu bilinecek bir konu değil, yeni bulundu bu. “Böylece, yağmurun bunların arasından akıp-çıktığını görürsün. Gökten içinde dolu bulunan dağlar gibi bulutlar indirir, onu dilediğine isabet ettirir de, dilediğinden onu çevirir; şimşeğin parıltısı neredeyse gözleri kamaştırıp götürüverecektir”, tabii muazzam bir parlaklık, gök gürültüsü de Cenab-ı Allah’ı hatırlatan çok mühim bir olaydır. Bu dolu olayında, birkere çok muzzam bir dolu yağıyordu bizim evde, gerçi böyle şeyler anlatılmaz ama güzel olduğu için anlatıyoruz. Cenab-ı Allah’ın bir ikramı, çok hoş, bayağı iri ve çok şiddetli dolu yağıyordu, ben birtanesi elime değsin diye pencereden elimi uzattım, hemen dolu durdu, akışı durdu. Ama çok kalabalıktı evin içi müthiş şaşırdılar, elimi çektim yeniden dolu başladı. Bu tip olaylar var, dört- beş tane olay var. Birtanesi de buydu, bunu anlatmamıştık, bunu anlattım evet.
OKTAR BABUNA: Kuş vardı Hocam.
ADNAN OKTAR: Onları anlattık hepsini.
OKTAR BABUNA: Karınca vardı.
ADNAN OKTAR: Karıncayı anlattık, ama bunu anlatmamıştık. Böyle birkaç tane daha var ama bunu önemli gördüğüm için, şimdi dolu konusu geçince oradan aklıma geldi. Hatta ben de demedim de arkadaşlar, yani ben o kadar üzerinde durmadım, anladım ben hoşuma gitti. Fakat bir şey demedim, onlar dediler, Hocam siz elinizi uzattınız dediler, durdu dediler, siz elinizi çektiniz başladı dediler. Hakikaten aniden durdu, ben bir tane avucuma değsin, dokunsun diye uzattım. Yakalamak için, doludan bir tane yakalamak için zınk diye kesildi böyle, çektikten sonra da elimi şiddetle başladı yeniden, inşaAllah.
OKTAR BABUNA: Ben karıncada oradaydım Hocam. Birkaç tane var gerçi ama bir tanesine şahit oldum inşaAllah. Siz vakit vermiştiniz, süre tam o sürede gittiler.
ADNAN OKTAR: 15 dakika verdim.
OKTAR BABUNA: 15 dakika verdiniz, 12 dakikada size haber geldi, gittiler mi diye, gitmediler dediler. Kaç dakika var demiştiniz 3 dakika daha var denmişti. Tamam demiştiniz siz. 15 dakika sonra tekrar haber geldi hepsi gittiler diye inşaAllah.
ADNAN OKTAR: Ama o çok acayip hakikaten, inanılır gibi değil. Banyonun giriş yeri duvar camla kaplıydı falan, milyonlarca karınca, bir kısmı uçuyor, bir kısmı evden çıktılar. Evlerde çoğunda olur öyle hiç gördün mü sen, görmemişsindir. Böyle simsiyah duvarı kaplamışlardı, havada uçuşuyorlar böyle bahardı herhalde, bahar vaktiydi. Şimdi ben onları ilaçla öldürsem, hepsini öldürsek mi acaba dedim acıdım olmaz dedim. Elektrik süpürgesiyle alsak kilo hesabıyla çıkacak, öyle az buz değil çok fazlalar. Onlara, o dişi karıncalardan birtanesini aldım söyledim, bak 15 dakikaya kadar çıksınlar dedim, yoksa hepsini almak durumunda kalacağız dedim. Ama ben daha önce de öyle olaylar oldu, öyle birşey söylememiştim, ilk defa onu söylemiştim. Öyle bir aklıma geldi, olacak diye de içimde bir şey yoktu yani, ben öylesine söyledin onu. Olacağına dair bir bilgim yoktu benim. Hakikaten hepsi kaybolup gitti hayvanların, yuvaya girdiler yeniden. Küçük bir çıkış yerleri vardı küçük, geldiğimizde şu kadarcık bir yerde 15-20 tane falan az birşey kalmışlardı. Yani %99’u gitmişti, %99.99 diyebilirim yani. Çok şaşırtıcı o maşaAllah.
OKTAR BABUNA: Hocam balık hiç ayrılmıyor oradan.
ADNAN OKTAR: Onu ben yiyeceğim, o ağabeyinin canı o.
OKTAR BABUNA: Her programda bu şekilde Hocam.
ADNAN OKTAR: Ne dinliyorsun sen bakayım. Abi ne anlattı söyle bakayım bana, söyle.
SUNUCU: Sizinle konuşmaya çalışıyor Hocam.
ADNAN OKTAR: Sürekli ağzını açıp açıp kapatıyor maşaAllah. Çok şeker ağabeysi o, çok da uslu, terbiyeli o maşaAllah.
“Allah, her canlıyı sudan yarattı”,Dabbet-ül Arz’ı neden yarattı?
OKTAR BABUNA: Topraktan Hocam.
ADNAN OKTAR: Bak bir tek onda topraktan yarattım diyor. Yani topraktan mamuldür diyor. Ama bak her canlıyı sudan yarattım diyor. Topraktan yaratılmış, o zaman magmezyum, demir, çinko, aliminyum, silisyum, kobalt, bakır hepsi yerden bilgisayar olduğu anlaşılıyor inşaAllah. “İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürümekte, kimi iki ayağı üzerinde yürümekte, kimi de dört ayağı üzerinde yürümektedir. Allah, dilediğini yaratır. Hiç şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir”. Tamamını ben yarattım diyor Allah. “Andolsun Biz, açıklayıcı ayetler indirdik”, şimdi anlaşılmaz bir yön yok diyor Allah, açıklayıcı, açıklıyoruz diyor Allah. “Allah, dilediğini doğru yola yöneltip-iletir”; demek ki bizim uğraşmamızla değil, Allah’ın dilemesiyle oluyor. “Onlar derler ki, Allah'a ve elçisine iman ettik ve itaat ettik", tamam kabul ettik diyorlarAllah’a iman ediyoruz, Peygamber’e de iman ettik. “Sonra bunun ardından onlardan bir grup sırt çevirir. Bunlar iman etmiş değildirler”, münafıklar. Bizde de çıkıyor münafık, her yerde çıkar değil mi? Mehdi(a.s) cemaatinde de çıkacaktır münafıklar. Münafık dünyanın en aşağılık, en haysiyetsiz mahlukudur ve çok büyük bir mucizedir. Mesela Peygamber (s.a.v.) zamanında, Peygamber (s.a.v.)’in yerinde münafık çıkıyor, yani bulunduğu mekânda. Yani mucize görüyor, vahyin inişini görüyor, Peygamber (s.a.v.)’in güzelliğini görüyor, heybetini görüyor, harika güzel ahlakını görüyor, buna rağmen kahpe münafık.
Yani insanın beynini zorluyor artık, inanılır gibi değil, mucize yani. Tabii inanılır gibi demeyeyim, Allah affetsin, ama mucize, şaşırtıcı. Mehdi (a.s)’nin de devrinde münafıklar olacaktır. Yani onun çevresinde böyle, aşağılık mahluklar olacaktır. Mehdi (a.s)’yi, Mehdi (a.s) olmadığını zannederek, kendilerince yıkmaya, devirmeye çalışacaklardır. Küfür ile iş birliği yaparak, dinsizler ile, münafıklar ile, alçaklar ile, haysiyetsizler ile iş birliği yaparak devireceklerini zannedecekler. Çünkü Mehdi (a.s) olduğuna da kanaat getiremiyor, zaten Allah’ın varlığına da kanaat getiremiyor, Kuran’ın hak olduğuna da kanaat getiremiyor, dolayısıyla Mehdi (a.s)’nin Mehdi (a.s) olduğuna da kanaat getiremiyor. O yüzden de hakikaten onu devirebileceğini düşünecektir. Adetullah ortamı olduğu için onların gözüne Allah, öyle gösterecektir. Hakikaten zarar verebileceğini, hakikaten etkisiz hale getirebileceğini düşünecektir. Çünkü Mehdi (a.s) ortadan kalkmadan münafık rahat edemez. Çünkü ona vicdan azabı veren şey, Mehdi (a.s)’nin varlığı. Kuran’a zaten inanmaz münafık. Ama Mehdi (a.s) canlı bir varlık, elle tutulan, gözle görülen bir varlık. O durduğu müddetçe münafığın kalbi rahatlamaz. Onun için, mutlaka öldürmek azminde olurlar. Yani mutlaka yok etmek, yahut en azından hapsettirebilmek, ama asıl istediği şey öldürebilmektir. Münafığın isteği budur. Çünkü Mehdi (a.s)’yi öldürmeden içindeki o suçluluk duygusu gitmez.
Ama Mehdi (a.s)’yi öldürebilirse, öldürebilme ümidinden dolayı, yahut etkisiz hale getirebilirse, o zaman içindeki o Mehdiyet korkusu da gitmiş olacaktır. Ve dolayısıyla yatışacak, bir parça daha yatışacak. Çünkü Allah’tan zaten korkmadığı için öyle bir şey yok, inşaAllah. Onun için, var gücü ile Mehdi (a.s)’yi yok etmeye gayret edecektir münafıklar. Ahir Zamanın özelliğidir bu. Allah da onlara, onu öyle gösterecek, sanki kolaymış gibi gösterecek. Defalarca girişimde bulunacaklar, hatta diyor, “3 defa Medine sarsılır” diyor Mehdi (a.s) devrinde, İstanbul. “Münafık atakları olacak” diyor, çeşitli. “Ama demirin pasını atığı gibi bu pislik temizlenecek” diyor. Yani saf demir kalacak, hani demir eridiğinde nasıl köpüğü kalıyor. O köpük diyor temizlenecek, saf metal olan kısım kalacak diyor, temiz olarak kalacak diyor. Hatta Resulullah (s.a.v.) buğday kurtlarına benzetiyor onları, böyle iğrenç. Buğdaya musallat olacak onlar diyor, Mehdi (a.s) onları her seferinde temizleyecek diyor buğdaydan o kurtları, yine kurtlanacak diyor buğday, yine temizleyecek. Bu defalarca olacak, sonunda 313 tane aslan kalıyor. Onlarla işte İslam’ı dünyaya hakim ediyor. Münafık, Müslümanın adrenalinidir. Yani onu gayrete getiren, onun heyecanını arttıran, mücadele azmini arttıran adrenalinidir. O köpekler adrenalin görevi görürler. Haberi bile olmaz onun.
Her atağı, Müslümanları canlandırır, şevkini arttırır. Yoksa Allah esirgesin, Müslümanlarda meskenet, bitkinlik meydana gelebilir. Mehdi (a.s)’ye yapılan atakların, meydana getirilen saldırıların kökeninde, Mehdi (a.s)’ye olan bir iman kamçısıdır o. Yani Mehdi (a.s) onunla canlanır. Mehdiyet onunla canlanır, yani Cenab-ı Allah onu hikmet ile yaratır. Mesela Resulullah (s.a.v.)’ın zamanında da münafıkların saldırısı, Müslümanların aşkını ve azmini arttırıyor. Mücadele gücünü arttırır. Münafık olmazsa, daha sakinleşir insanlar. Yani küfür saldırmazsa, Müslümanlara biraz bitkinlik gelir. Onun için küfür saldırısı çok önemlidir, münafık saldırısı çok önemlidir. Kan yapar Müslümanda o, böyle ruh verir, enerji verir. Yani mesela soğuk su ile nasıl duş aldığında insan canlanıyor? Nasıl elini yüzünü yıkadığında canlanıyorsa, münafık da Müslümanın üzerindeki kiri alır. O bir pisliktir, Müslümanın üzerinden o pislik gitmiş olur, kir gitmiş olur. Yani münafık kiri gitti mi, yani Müslüman yıkandığında üzerindeki o kir gitmiş oluyor, dinç ve zinde olur Müslüman. Her seferinde Müslüman yine kirlenir, yıkanır münafık gider yine dinçleşir, inşaAllah.
Sayın Adnan Oktar'ın 29 Ekim 2015 tarihli sohbetinden ticareti ve dünya çıkarlarını bahane ederek Müslümanlardan uzak durmanın yanlışlığı ile ilgili açıklamalar.
ADNAN OKTAR: Yunus Suresi 12’de Cenab-ı Allah, insan karakterini vurguluyor, bir kısım insanların bozuk karakterini vurguluyor; “İnsana bir zarar dokunduğunda, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken Bize dua eder; zararını üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarara Bizi hiç çağırmamış gibi döner-gider” (Yunus Suresi 12) diyor. Şimdi insanları görüyoruz işte ticaret peşinde, eğlence peşinde. Kardeşim, sen tamam böyle bir şeyler yapıyorsun, kendini de kandırıyorsun, Allah için yapıyorum diye kandırıyorsun. Allah bela verdiğinde, çok zavallılaşıyorsun. Bütün inananları, herkesi ayağa kaldırıyorsun. Ama bela gidince, sanki hiç ölmeyecekmiş gibi, sanki hiç hastalanmayacakmış gibi, yine balıklama fitnenin içerisine, İslam’dan, Kuran’dan uzak olmanın peşine takılıyorsun. Müslümanlardan uzak oluyorsun, onu da kar biliyorsun. Halbuki sen İslam’dan, Kuran’dan, Müslümanlardan uzak olduğun her dönemde, her saniye aleyhine günah yazılıyor, her saniye. O her saniyenin hesabını vereceksin. İslam’dan uzak, Kuran’dan uzak, Müslümanlardan uzak yaşamak, haramdır.
Sen onu kolay bir şey zannediyorsun ama o her saniyeyi ahirette saniye saniye açıklayacaksın. Uçağa bindiğin andan itibaren, uçakta otururken, indiğinde, yollarda gezinirken Allah sana soracak; “Müslümanlardan neden uzak oldun, İslam’dan neden uzak oldun, neden Allah’ın dinini yaymadın?” diye. Çünkü Allah diyor ki; “ne alışveriş, ne bir ticaret onları Allah’ı anmaktan alıkoymaz.” Seni alıkoyuyor. Peygamberimiz (s.a.v)’i dinlemek için, bir yerde toplanmaları gerekiyor. “Ticaret var” diyorlar, “mal geldi.” Herkes koşuşturuyor. Peygamberimiz (s.a.v)’i ayakta bırakıyorlar. O koştukları her adımın hesabını verecekler. Peygamberi ayakta bırakmanın her dakikasının, her saniyesinin hesabını verecekler. Allah orada iyi bir şey yaptınız demiyor, “kötülük yaptınız” diyor. Sen ticarete koşuyorsun ama dünya ticaretinden senin kazanacağın bir şey olsa bile o dünyada kalıyor. Sen süratle ölüp gideceksin.
Dinden uzaklaşmak için, Müslümanlardan uzaklaşmak için, İslam davasından uzaklaşmak için, adam seyahati seçiyor kendisine, beynini uyuşturmaya çalışıyor. Seyahatleri de rahatlatmıyor diyor “ben bu geldiğim yerden sıkılıyorum” diyor “biraz daha ileriye gideyim” diyor. Oraya gidiyor “ben burada da sıkılıyorum” diyor, “biraz daha ileriye gideyim” diyor. “Burada olmadı ben Hong Kong’a gideyim” diyor, “burada da olmadı New York’a gideyim” diyor. “Burası da beni sıktı” diyor, başka yere gidiyor. Kardeşim sen hastalığı kalbine oturtmuşsun. Kalbin çıkmadığına göre, kalbinle beraber o hastalık gidecek, her yere gidecek seninle. “Kalpleri parçalanmadıkça” diyor “o fitneden, o kafadan vazgeçmezler” diyor Allah ayette. Hakikaten de vazgeçmiyorlar.
ERDEM ERTÜZÜN: “Siper edinerek kaçanları Allah bilir” diye bildiriyor Hocam ayette.
ADNAN OKTAR: Tabii, Peygamber (s.a.v) mesela sohbet ediyor, kaçmak için fırsat kolluyor ”acaba ne yapabilirim? Ticareti mi bahane etsem, evi mi bahane etsem yahut herhangi bir olayı mı bahane etsem?” Kuran’da bahanelerden çok örnekler vermiş ama onlar sembolik örnekler tabii, birçok örnek. Orada amaç kaçmak, İslam’dan, Kuran’dan, Allah’tan, Kitap’tan uzak olmak istiyorlar. Kardeşim ticaret yapıyorsun da, ticaretini sana yaratan kim? Sen ne kadar akılsız adamsın? “Kazandım” diyor. Kazandığını sana beyninde gösteren kim? “Ben falanca yere uçup gidiyorum” diyor. Beyninde sana uçmayı gösteren kim? Sen nereye gitsen zaten Allah’tan uzaklaşamazsın. Allah senin şah damarından daha yakın. Nereye kaçıyorsun? Allah’tan uzaklaşacağını zannediyor kaçmakla, İslam’dan, Kuran’dan uzaklaşacağını zannediyor. Müminlerden uzak durmak demek, Allah’tan uzak durmak demektir.
Kuran’dan uzak durmak demek, Allah’tan uzak durmak demektir. İslam davasından uzak durmak demek, Allah’tan uzak durmak demektir. “Çok şükür Müslüman’ım.” Paraları sayarken Müslüman’ım dersin sen. Ama nefsinin çıkarlarına aykırı olan bir şeyle karşılaştığında tamamen Allah’a karşı oluyorsun, Allah’ın rızasına karşı oluyorsun. Niçin bahaneler üretiyorsun kendine? Çünkü ticaret dediğinde, amacı sadece ticaret değil, Allah’tan uzak olmak oluyor. O ticareti yapayım da o ticaretle Allah yoluna sarf edeyim diye değil. Dininin amacı ne? Allah’ın dinini yaymak. Sen peygamberi ayakta bırakıyorsun. Sen kazandığın paranla peygamberi ayakta bırakmaya tedbir almak durumundasın. Sen kazandığın paranla peygamberi ayakta bırakmak için harcıyorsun, parayı peygamberi ayakta bırakmak için harcıyorsun. Dolayısıyla şeytanın yolunda kullanıyorsun, nefsin yolunda kullanıyorsun. Oradan senin bir kazancın olmaz. Ticareti, çıkarı, şunu bunu bahane ederek, dünya gezmelerini bahane ederek, İslam adına yaptığını da iddia ederek İslam’a zarar verenler, Allah’ı kandıramazlar.
EMRE ACAR: Allah ayetinde “size harcama yetkisi verdiğimiz” diye buyuruyor Hocam.
ADNAN OKTAR: Tabii.
GÖKALP BARLAN: Bir ayette de yüce Rabbimiz şöyle buyuruyordu Adnan Bey. Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım. “Sen de sabah akşam onun rızasını isteyerek dua edenlerle birlikte sabret. Dünya hayatının aldatıcı süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma” diye buyuruyor.
ADNAN OKTAR: Dünya hayatının aldatıcı süsü, hem de ne aldatıcı. Bin bir türlü hastalıklar oluyor, bin bir türlü rahatsızlıklar oluyor. Kitaplarda, Allah niye bu kadar insanlara bela veriyor, çile veriyor? Kardeşim belaya, çileye rağmen Allah’a yaklaşamıyor adam. Ki Cenab-ı Allah’ın rahmetinden yine bu belanın azlığı. Aslında bu belayı Cenab-ı Allah üç misline, beş misline, on misline çıkarsa, hiç birinin alnı secdeden kalkmaz. Belayı az verdiği için, bu durum oluyor zaten. Bu Allah’ın rahmeti. Allah rahmetiyle insanlara şefkat gösterdiği için bu durum oluyor. Yoksa istese büyük bir bölümünü diyelim, epey bir bölümünü perişan eder, süründürür, yerden kalkamayacak hale getirir. Ne ticarete gücü yeter, nefes almaya bile gücü yetmez. Allah’ı anmaktan başka yapacağı hiçbir şey kalmayabilir. Allah bunu istese, yapar. Onun için dünyada verilen belalar, aslında çok az olan bela. Allah’a karşı yapılana karşı, insan aklıyla baktığımızda, çok çok az olduğunu anlıyoruz. Allah rahmetiyle azaltıyor. Yoksa Allah belayı yağmur gibi yağdırır ve Kendine yaklaştır. Israrla Allah’ı unutma peşindeler. Tabii bir kısım insanlar için bu sözlerim, belirli insanlar için.
BÜLENT SEZGİN: Allah ayette şöyle diyor, şeytandan Allah’a sığınırım. “Günahlarından dolayı Allah onlara azap edecek olsaydı, yeryüzünde kimse kalmazdı” diyor.
ADNAN OKTAR: Tabii ki, işte bu ayet ona işaret ediyor. “İstesem hepinizi hizaya getiririm” diyor Allah “ama yapmıyorum” diyor “kendi isteğinizle yapın” diye.
Cuma Suresi 11‘de Cenab-ı Allah, şeytandan Allah’a sığınırım. “Oysa onlar (kendilerini tümüyle Allah'a ve İslam'a teslim etmeyenler) bir ticaret ya da bir eğlence gördükleri zaman, (hemen) ona sökün ettiler” o tarafa koştular “ve seni ayakta bıraktılar. De ki: "Allah'ın Katında bulunan, eğlenceden ve ticaretten daha hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Cuma Suresi, 11) Hayırlıdır, hayırsızdır demiyor Allah, daha hayırlıdır. Sen daha hayırlı olanı seçmiyorsun. Daha hayırlıyı seçmezsen, karşılığı Allah’ın gazabıdır. Ticarette de hayır var, Allah hayırsızıdır demiyor.
MUHAMMET KÜRŞAT: Bir ayette de Allah, şeytandan Allah’a sığınırım. “Size güzel bir ticareti haber vereyim mi? Allah’a ve Resulü’ne iman ederseniz mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda mücadele ederseniz bu sizin için daha hayırlıdır” diye bildiriyor.
ERDEM ERTÜZÜN: Başka bir ayette Hocam, şeytandan Allah’a sığınırım. “Kendilerine verdiklerimizle az bir süre yesinler yararlansınlar” diye bildiriyor Allah.
ADNAN OKTAR: Bak, az bir süre. Görüyor musun Kuran’daki sırrı? “Az bir süre.” Adam gelmiş mesela elli yaşına, kırk beş yaşına, kırk yaşına, kardeşim kaç senen kalmış geriye? Zaten ondan sonra hep hastalıklar, belalar. Diyor ki; “doksan yaşıma kadar yaşarım.” Yaşama sayılır mı o? Kırk yaşından sonra, bin bir türlü hastalık geliyor. Her yıl daha da hastalık riski artıyor. İşte şeker, ülser, şudur budur, kanserler peş peşe. Çünkü vücut artık ölümü istiyor belirli bir yaştan sonra. Altmış yaşına kadar yaşamak bile bir marifet, bir üstünlük oluyor. Yetmiş yaşına kadar yaşayana “yaş yetmiş, iş bitmiş” diyorlar. Seksen yaşına kadar, doksan yaşına kadar yaşıyor ama çok perişanlıkla yaşıyor. O zaman dünyanın neyine sen bağlanıyorsun? Neyine hırs yapıyorsun? Delirmiş gibi para yığma. Kardeşim para yığdın yığdın yığdın yığdın tamam, sonra ne olacak? Sonra kendin bir tabak yemek yiyebiliyorsun, kolesterolden dolayı yiyemiyorsun kilo alacağım diye. Elbise de hadi on tane elbisen olsun, giydin, ne olacak? Hiçbir şey olmaz. Gez gez gez, yürü de yürü her yerin binaları aynı.
Hong Kong’a da gitsen, betondan yapılıyor, New York’a da gitsen betondan taştan yapılıyor değişen bir şey yok ki. Asfaltlar her yerdeki asfalt. İnsanların her yerde yüzündeki anlamsız ifade, büyük bölümü öyle. Hemen hemen dünyanın her yerinde egoist, bencil bir yapı var. Çok nadir yerlerde daha değişik. O zaman neyi arıyorsun sen sokaklarda? Sokaklarda sen mutluluğu bulamazsın, sevgiyi, neşeyi bulamazsın. Farz edelim Çin’de bir restorana gidiyor, adamlar diyorlar “hoş geldiniz” kapıda. Kardeşim senin karakaşına, kara gözüne değil paran için yapıyorlar. Paran olmazsa seni uçtu uçtu yaparlar, direkt kapıdan dışarı atarlar seni. Yahut da bulaşıkhaneye iner orada bulaşıkları yıkarsın iki gün. “Param yok kusura bakmayın” diyebiliyor mu adam? O zaman senin paran için sana sevgi gösteriyor. Birçok yer böyledir. Onlardan mı mutlu oluyorsun yani? Sen gerçek mutluluğu arayacaksın, gerçek sevgiyi arayacaksın.
ENDER DABAN: Bir ayette Allah şöyle buyuruyordu, şeytandan Allah'a sığınırım "Kim Allah'tan korkup sakınırsa Allah onu bir çıkış yolu gösterir ve ona hesaba katmadığı bir yerden rızıklandırır" diye buyruluyordu.
ADNAN OKTAR: İşte delice bir gayrete dönüşüyor bu sefer; dünya onlardan kaçıyor onlar onu kovalıyor, ticaret onlardan kaçıyor onlar ticareti kovalıyor, para onlardan kaçıyor, onlar parayı kovalıyor, mal onlardan kaçıyor, onlar malı kovalıyor. Müslüman’da da tam tersidir; o Allah'a doğru gider, o Allah'a doğru giderken, mal-para onu kovalar, onun peşinden gider.
KARTAL İŞ: Bir ayette şeytandan Allah'a sığınırım "De ki benim namazım, ibadetlerim, ölümüm ve dirimim alemlerin Rabbi olan Allah içindir" diyor, İnşaAllah.
ADNAN OKTAR: Bizi zannediyor ki böyle Ortodoks Müslüman’ız; böyle denmesi için gerekiyor falan. Kardeşim dünyanın hakikati, gerçek bir şeyden bahsediyoruz. Sürünüyorsun işte, görüyoruz süründüğünü, alenen sürünüyorsun yani. İstediğin yere kaç, bak, Allah diyor ki, "yıl içerisinde onları bir kaç defa belaya uğratmamız, onların dikkatini çekmiyor mu? Ondan ders almıyorlar mı?" diyor. Adam anlamıyor, daha hala dünyada müthiş bir şeyler var zannediyor.
TARKAN YAVAŞ: Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım "Kim Allah'ın zikrinden yüz çevirirse ona bir geçim sıkıntısı vardır." diye Cenab-ı Allah buyuruyor, Hocam inşaAllah ayette.
ADNAN OKTAR: Sıkıntılı bir hayat.
KARTAL GÖKTAN: Müminler için de, şeytandan Allah'a sığınırım "Erkek olsun, kadın olsun kim salih bir amelde bulunursa biz onu güzel bir hayatla yaşatırız" diye buyuruyor Allah.
ADNAN OKTAR: Mesela bu bir mucize. Salih, samimi. Samimi derken, insanlara karşı samimi değil, Allah'a karşı samimi. Önce Allah'a samimi olacak, Allah'a samimi olunca insanlara da samimi olur. Yani o yanlış anlaşılıyor da olabilir. "Ben ticarette işte dürüst adamım, samimiyim" öyle değil. Allah'a samimi olacaksın, Allah'a samimi oldun mu bütün hayatın Allah için olur, Allah için yaşarsın.
OKTAR BABUNA: Allah bir ayette şöyle buyuruyor, şeytandan Allah'a sığınırım "İnkar edenlerin amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer. Susayan onu bir su sanır, nihayet ona ulaştığında bir şey bulamaz ve yanında Allah'ı bulur. Allah da onun hesabını tam olarak görür. Allah hesabı seri görendir." İnşaAllah.
ADNAN OKTAR: Bak bütün bu ayetler, Allah'ın bu sırlı sistemini açıklıyor. Ve bu sırlı sistemi dünyada fiilen, açık ve alenen görüyoruz. "İşte millet herkes ticaretinde işinde gücünde" Kardeşim, ayrı ayrı sürünüyorlar Allah'tan uzak olanlar. Sen onu görmüyorsun, çantasına bakmıyorsun, eczaneye kaç defa uğrar bilmiyorsun, hastaneye kaç defa gider bilmiyorsun, çektiği acıları sıkıntıları bilmiyorsun. Mesela sosyetenin bir toplantısı oluyor işte, "Ferhunde Hanımla kocası geldi, Necmiye Hanımla beyi geldi" diyor, adamlar iki büklüm olmuş. Aç bak çantalarına, adam kalp ilacı yanında, tansiyon ilacı yanında, romatizma ilacı yanında, ülser ilacı ilacı yanında. Zor bela; onlar günlerce hazırlık yapıyor ayakta durabilmek için, oraya gelebilmek için. Bin bir türlü hastalıkları var. Birçoğunun ikinci adresi neredeyse hastane.
GÖKALP BARLAN: Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım "Sanma ki onlara verdiğimiz mal ve çocuklarla biz onların hayırlarına koşuyoruz" diye buyuruyor Yüce Rabbimiz, Hocam inşaAllah.
ADNAN OKTAR: Mesela malı oluyor, malı onu sinir hastası yapıyor; çekler ödenmedi, senetler ödenmedi, mallar bozuk çıktı bilmem ne. Oğlu oluyor, okula gitmiyor yahut derslerinde başarısız yahut yeteri kadar başarılı olmuyor; ülser oluyor onun yüzünden. Hatta vücut direnci düşüyor, kanser oluyor yani artık ızdırap içerisinde yaşıyor.
ENDER DABAN: Bir ayette Allah şu şekilde bildiriyordu, şeytandan Allah'a sığınırım "Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Allah onları dünya hayatında azaplandırmak ve canları inkar içindeyken zorlukla çıkmasını ister" diye buyuruyor.
ADNAN OKTAR: Çocuğun olması, tamam kardeşim çocuğun var da, çocuğun da senin peşin sıra gelecek, o da etten kemikten, sen de etten kemiktensin. Çocuğun da sen de hepiniz öleceksiniz. Öyle bir şey yok, sonsuz olacağını zannediyor öyle bir şey yok. Bir de ondan sonra da kıyamet kopacak, bütün tamamı gidiyor. Yani ceddin, sülalen, kemiklerin falan hepsi beraber, tuz buz oluyor, her yer darmadağın oluyor. "Bir tek Allah baki kalacak" diyor. Cenab-ı Allah önce melekleri de hepsini öldürüyor, melekler de yani son Azrail (a.s)'a kadar hepsini öldürüyor, ondan sonra hepsini diriltiyor. Kimseyi sağ bırakmıyor Allah önce. En son Azrail (a.s) kalıyor, en son da onu öldürüyor; Azrail (a.s), Cebrail (a.s).
BÜLENT SEZGİN: Allah dünya hayatının aldatıcı bir meta, süs olduğunu söylüyor, ayette şöyle belirtiyor, "Dünya hayatının aldatıcı süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma” yani samimi Müminlerden kaydırma “kalbini bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi istek ve tutkularına uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme" diyor inşaAllah.
ADNAN OKTAR: Mesela diyor ki, "Ben para kazanıyorum Allah'a, dine hizmet edeceğim ileride" diyor. Kardeşim yaşın gelmiş bilmem kaça, hızla ölüme doğru gidiyorsun. Kalbin tutar ölürsün, tansiyonun çıkar ölürsün, araba çarpar ölürsün. Sen nereden biliyorsun o kadar yaşayacağını? Ve sen iyi düşün, sadece zengin olmak istiyorsun sen. İslam'a para vermek istemesin. Mevcut halihazırda vermiyorsun da, paran olunca daha da kudurursun, daha da sıkı olursun, daha da azacaksın, o para seni daha da delirtecek. Allah'tan daha da uzak olacaksın. Peygamberimiz (s.a.v.)'in yanında öyle sahabelerden birisi var, "Ya Resulullah" diyor "Bana dua et de malım mülküm olsun, İslam'a hizmet edeyim." Peygamber (s.a.v.) diyor ki, "Bu halin iyi yanımda oluyorsun akşam sabah, gece de yanımda oluyorsun, sabah da yanımda oluyorsun" diyor. "Bu haline şükret istersen" diyor. "Yok, Ya Resulullah sen bana dua et de, malım mülküm olsun. Ben İslam'a dağıtayım. Ağırıma gidiyor, hoşuma gitmedi bu durum" diyor. Peygamberimiz (s.a.v.) dua ediyor koyunları oluyor biraz beş-on tane, sonra elli-altmış-yüze çıkıyor, sonra binlere çıkıyor. İlk önce gün aşırı gelmeye başlıyor.
Sonra haftada bir gelmeye başlıyor, sonra ayda bir gelmeye başlıyor, sonra hiç gelmiyor. Kendini helak ediyor. "Ne yapıyorsun?" diyor. "Koyunlarla ilgileniyorum da, onun için" diyor. Kardeşim, koyunlarının hepsi ölecek, sen de öleceksin etme çatma, etten kemikten onlar da. Sen de etten kemiktensin. Nerede koyunların şu an? Yok. O zaman Peygamber (s.a.v.)'le beraber sen hizmet etmiş olsaydın, sonsuza kadar cennette en güzel şekilde yaşayacaksın. Bak kendini helak ettin. İmtihan ortamı olduğu için, Peygamber (s.a.v.) de bir şey demiyor ama nasihat ediyor "Bu halin iyi." Israr da ediyor Peygamberimiz (s.a.v.), "bak sen benim yanımda kal, böyle güzel" diyor. "Yok, sen bana dua et Ya Resulullah" diyor. Binlerce koyunu oluyor. Gelmiyor ondan sonra. Yani mal arttıkça, bazı tiplerin azgınlığı da artar. Kazanamayınca, daha da azgınlaşır, daha da yırtıcı olur.
Kazanamamayı Müslümanlıktan kaynaklanıyor diye düşünür, yani iman ettiği için, Allah'a yakın olduğu için. O zaman Müslümanlara, Allah'a, Kitap'a daha da kinlenir, daha da uzaklaşır. Uzaklaştıkça, Allah daha da batırır, daha batırdıkça daha da Müslümanlara azgınlığı artıyor, İslam'a, Kuran'a karşı, helak olup gidiyor. "Senin yüzünden biz bu uğursuzluğa uğradık" diyorlar. "Uğursuzluğunuz kendinizden" diyor Allah. "Sana düşmanlıkları" diyor ayette, "senin onlara Allah'ın rahmeti vesilesiyle zengin etmen" diyor. Zengin oldukça Peygamber (s.a.v.)'e öfkeleri daha da artıyor, azgınlaşıyorlar. Zengin olunca değil mi şükretmesi lazım, daha yakınlaşması lazım. Daha azgınlaşıyor, daha enaniyet, kibir geliyor, daha uzaklaşıyor. Onun için dünyada bu belalar niye geliyor, hastalıklar niye geliyor falan diye düşünürler. Bir kısım Müslümanlar diyor ki, "ben iyi insanım, bana bela gelmez." O çok acayip bir şey olur. İmtihan ortamında sen hususi olarak çok ciddi şekilde kollanırsan, bu aklın ihtiyarını alır. Senin de aklın ihtiyarını alabilir. Sen de imtihan oluyorsun, senin sabretmeyeceğin ne malum? Onun için mesela peygambere de hastalık geliyor. Rahatsızlık. Mesela Hazreti Eyüp (a.s) başta olmak üzere baya şiddetli sıkıntılar dokunuyor.
Şeytandan Allah'a sığınırım, “gerçekten evlerimiz açık diyorlar, peygamber den izin istiyorlar, oysa onların evleri açık değildi” diyor Allah. “Onlar yalnızca kaçmak istiyorlardı” diyor. Müslümanlardan uzak durmak istiyorlar, başka bir dertleri yok. Ama bahane anlaşılıyor, mesela konuştuğunda, hemen bir uğursuzluk olduğu anlaşılıyor üslubunda. Mesela gerçekten evlerimiz açık, yani çoluk çocuk orada, insanlar orada zor durumdalar, ne yapacağız? Peygamber (s.a.v.)’in evi açık değil mi, herkesin evi açık. Sonra toptan helak olacaksın, Allah esirgesin.
ENDER DABAN: "Mücadele etmeyi bilseydik, mutlaka sizinle beraber gelirdik” diye söylüyorlar.
TARKAN YAVAŞ: “Çıkılacak yol onlara uzak geldi” diyor.
ADNAN OKTAR: "Bizi mallarımız ve ailelerimiz meşgul etti" diyor. Malın da batacak, ailen de batacak, hepsi yok olacak.