Sayın Adnan Oktar'ın 29 Ocak 2010 tarihli röportajından Nur Suresi ile ilgili açıklamalar.
OKTAR BABUNA: Şu akvaryumda, köşedeki balık, hiç kıpırdamadan Hocam, siz konuştukça hep oradan seyrediyor sizi, dinliyor.
ADNAN OKTAR: Ah kurban olurum ben onu Yaratana. Ağabeyisi onu sevsin, o minik tatlı canını.
OKTAR BABUNA: Her gün bu şekilde Hocam, orada köşede bakıyor size.
ADNAN OKTAR: Ağabeyi mi dinliyorsun sen, ne anlattım?
SUNUCU: Birazdan bize anlatacak sizin anlattıklarınızı.
ADNAN OKTAR: Evet inşaAllah, o benim kuzum ablası, çok şeker bir şey o. O benim tatlım o benim, inşaAllah.
Şeytandan Allah’a sığınırım, Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla, “(öyle) adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah’ı zikretmekten, dosdoğru namaz kılmaktan, zekâtı vermekten” dikkat edin, “tutkuya kaptırıp, alıkoymaz”. Ahir Zamanın belası ne, işte bu; tutkuya kapılıp, vazgeçiyorlar. Çileden, cihattan, mücadeleden vazgeçiyorlar. “Onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı, dehşetten allak bullak olacağı günden korkarlar”, Allah’tan korkuyorlar. “Çünkü Allah, yaptıklarının en güzeliyle karşılık verecek ve onlara Kendi fazlından arttıracaktır. Allah, dilediğini hesapsız rızıklandırır. İnkar edenler ise; onların amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer”, serap, görüntü. “Susayan onu bir su sanır. Nihayet ona ulaştığında bir şey bulamaz”, hayal olduğunu anlar. Yani bizim her zaman anlattığımız konu var ya, Kuran buna işaret ediyor işte burada. “Ve yanında Allah’ı bulur”, sadece Allah var diyor. Yani o, her şey görüntüdür, Ben beyninizde görüntü olarak yaratıyorum diyor. Sadece Allah vardır, varlık olarak. Mutlak varlık, sadece Allah’tır.
“Allah da onun hesabını tam olarak verir. Allah hesabı çok seri görendir”, anında karşılığını alır diyor Allah. “Ya da inkar edenlerin amelleri engin bir denizdeki karanlıklara benzer”, bak çok geniş bir şey ama simsiyah karanlık. Ne kadar ruhlarının kara ve korkunç olduğunu Allah gösteriyor. “Onun üzerini bir dalga kaplar”, sürekli bir kabus, sürekli böyle acılar, büyük dalga bak; “onun üzerinde bir dalga daha”. Yani sürekli belalar, kabuslar, korkular, vesveseler, “onun da üzerinde bir bulut vardır”. İyice puslu dünyaları yani, simsiyah karanlık. “Bir kısmı bir kısmının üzerinde olan karanlıklar” yani hani karanlık insan diyorsun ya, simsiyah dünyası. “Elini çıkardığında onu bile neredeyse göremeyecek”, kendisinden bile haberi yok adamın, yolda bile yürüyemiyor artık yani kendisinden bile haberi yok. Değil ki proteinlerin yapısı, işte fosiller evet. “Allah kime nur vermemişse, artık onun için nur yoktur” diyor Allah. Nur, Allah nur vermesi gerekiyor. “Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar, dizi dizi uçan kuşlar, gerçekten Allah’ı tesbih etmektedirler”. Bak, “göklerde ve yerde olanlar, dizi dizi uçan kuşlar, gerçekten Allah’ı tesbih etmektedirler”. Onların çıkarttığı sesler, Allah’ı tesbih oluyor, ama biz bilmiyoruz. Mesela kuşlar da bizi aynı şekilde algılıyor olabilirler. Onlar da bizim öyle bir ses çıkarttığımızı düşünüyorlar olabilirler. Bilmiyoruz çünkü algı değişik. Biz öyle algılıyoruz, onlar da öyle algılıyorlar.
Onların daha değişik dünyası, bizimki gibi değil. Başka bir boyutta kuşlar. Daha bir ayrı alemdir onlar. “Her biri, kendi duasını ve tesbihini şüphesiz bilmiştir”. Şuurları açık demek ki. Bak, “her biri, kendi duasını”, bak dua da ediyorlar “ve tesbihini şüphesiz bilmiştir”. Kendi aleminde, kendi boyutunda biliyor. Ama biz onların boyutuna giremeyiz, onlar da bizim boyutumuza giremiyorlar. “Allah, onların işlediklerini bilendir. Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır”. Diyor ki adam, “bu iş yerleri benim”; senin değil, Allah’ın. Çünkü Allah, senin beyninde meydana getiriyor, öyle bir şey yok. “Dönüş yalnızca O’nadır”, diyor Allah. Sonunda herkes Allah’a dönecek. Mesela şimdi bazen televizyona bakıyorum, böyle genç kızlar gösterişli, güzel yürüyorlar falan, topluca hareket ediyorlar, bu Fashion TV mi ne. Bazen ona bakıyorum. Yani topluca o modeller geliyorlar. Şimdi, gencecik kızlar, aslan gibi hakikaten birbirinden güzel kızlar. Bir düşünüyorum, 90 sene sonra, 100 sene sonra hiçbiri ortada yok, tamamı kemik. Arkasından Allah, toprağın altından bir o kadar daha genç kız çıkarıyor. Bu sefer onlar yürümeye başlıyorlar. Onları toprağın altına alıyor Allah, yine bir daha çıkıyorlar, yine onları da toprağın altına alıyor. Toprak sürekli insan çıkartıyor, Allah toprağı vesile ediyor, toprak çıkartıyor sonra sürekli toprak da kendi içine alıyor. Bir çıkarıyor, bir alıyor, bir çıkarıyor, bir alıyor.
Mesela birbirinden güzel kadınlar var, birbirinden yakışıklı delikanlılar var, hepsini toprak bekliyor. Bir süre sonra bakıyorsun, dümdüz kara toprak olmuşlar hepsi. Bu sefer kara topraktan yine bir vesilelerle, Allah onlardan mesela bitki meydana getiriyor orada toprakta, yiyecek meydana getiriyor. Onun babası onu yiyiyor, işte sperm oluyor, annesinin yumurtası oluyor. Topraktan aldığı gıdalarla, oradan gelen şeylerle, yeniden bir çocuk daha meydana geliyor, o da yine ortaya çıkıyor. Her baktığımda, hepsinin toprak olacağı aklıma geliyor. Ama gözlerine bakıyorum, robot gibi. Yani çoğunluğu öyle, bomboşlar. Yani mesela çok güzel kızlar, ama gözlerine bakıyorum, hiçbir anlam yok. Yani sanki böyle plastikten imal edilmiş gibi. Çok nadir yani gözünde anlam görebildiklerim, böyle derinliği görebildiklerim. Bu çok ürkütücü, sanki, mesela delikanlılar da öyle. Mesela aslan gibi delikanlı ama, böyle robot gibi, plastikten gibi. Hani var ya bu korku filimlerinde falan yapılıyor, laboratuvarda yapılmış insan modelleri oluyor gösteriyorlar, flim icabı öyle gösteriliyor, onu andırıyorlar. Yani bu çok ürkütücü bir şey. Halbuki insan dediğin, dolu dolu olması lazım değil mi? Böyle tavrıyla, konuşmasıyla, kişiliğiyle, şahsiyetiyle, derinliğiyle, aşkıyla, tutkusuyla, fedakârlığıyla, yiğitliğiyle, cesaretiyle, her şeyi ile böyle adeta fışkırması lazım. Vasıfları yok yani, hiçbir vasıfları yok aşağı-yukarı.
Bir aşağıya yürüyor, bir yukarı yürüyor. Bir aşağı yürüyor, bir yürüyor. Ne biliyorsun diyorsun, bir aşağıya yürümeyi biliyorum, bir de yukarı yürümeyi biliyorum diyor. Hayır içinde hakikaten kültürlü, görgülü, aklı başında olanlar var, ben onları tenzih ediyorum. Ama sanki hiç ölümü düşünmüyorlarmış gibi havaları, kakara-kikiri falan, feşmekân. Sürekli gülüyorlar falan, bilmem ne işte, yaşasın bilmem ne TV falan. Tamam da, yani bu yapmacık bir hava oluyor biraz değil mi yani? Niye samimi, niye derinliği yaşayan insan olmazsınız? Ve bunun sonucunda da mutlu olmuyorlar, suratları bir karış. Yani hiçbirinde bir mutluluk göremiyorum. Dolayısıyla da yaratıcı ruh olmuyor işte. Dünyada da ne sanat gelişiyor, ne bilim gelişiyor, ne teknoloji gelişiyor. Dünya ölüme doğru gitmeye başladı, çökmeye doğru başladı. Çünkü Kuran’ın onları, Allah’ın dilemesi ile diriltmesi için, onların bir ölmesi gerekiyor. Mehdi (a.s), hepsini Allah’ın izni ile diriltecek. Bütün ölüleri diriltecek, ölü kalpleri diriltecek, Allah izni ile. Mehdi (a.s)’nin bir özelliği de, Mesihiyet özelliği vardır. Hz. Mesih (a.s) ile beraberdir zaten. Hz. Mesih (a.s)’in bir çok özellikleri onda vardır, Mehdi (a.s) de vardır. Ölü kalpleri diriltecektir. Tabii, yani milyonlarca, milyarlarca ölüyü diriltecektir Mehdi (a.s). Mehdi (a.s)’nin bir vasfı da, milyonlarca insanı Cehenneme göndermektir, bu bilinmiyor. Çünkü Mehdi (a.s), İslam’ı teklif edecek, Kuran’ı teklif edecek.
Teklif geldiği için, teklif gelmiş olmasını anlamasa, belki kurtulacak. Yani belki fetret ehli gibi olacak. Ama tebliğci gelmiş, Mürşid Mehdi(a.s) gelmiş, duymuş, işitmiş buna rağmen yapmamış, hiçbir açıklaması yok. Cehennemin gerekçesi oluşmuş oluyor işte. İmamların zaten özelliğidir, onlar Ahirette sorgulamada onlara soruluyor. Mesela Mehdi (a.s)’ye soracaklar bir kafir sorgulanırken “sen o devirde İslam’ı anlattın mı?” diyecekler, Mehdi (a.s); “Yarabbi anlattım” diyecek, “ben Sana tabiyim tabi ki” diyecek. “Sen duydun mu” diyecek, “duydum” diyecek, “yaptın mı gereğini hükümleri”, “yapmadım” bitti. Çünkü Allah diyor, “bahaneleri kalmaması için gönderiyorum” diyor. Bakın “bahaneleri kalmaması için”, yani bir kaçamak ifade vermemeleri için Ben göndereceğim diyor, elçilerimi onun için gönderiyorum diyor. Mehdi(a.s) de bir nevi elçidir, inşaAllah. Ve milyonlarca insanın Cehennemine vesile olacaktır. Milyarlarca insanın da Cennetine vesile olacaktır. Yani Mehdi(a.s) çok acayip bir varlıktır. Ahir zamanın işte onun için diyor , “acip şahıs” diyor Said Nursi. Yani böyle o da tarif edemiyor, Said Nursi de diyor sadece “acip” diyor. Yani acayip bir insan, tarif edemiyorsun. Vehbi ilme sahip, mesela diyor ki, Arapça’yı pek bilmez diyor hadiste, ama mutlak müctehid aynı zamanda, mutlak müceddid, vehbi ilme sahip ve ledün ilmine sahip. Mesela özü kapsayan bir bilgiye sahip, Zülkarneyn gibi özel bir insan.
Mehdiyetin, tabii Mehdi(a.s)’nin müceddidliği, müctehidliği aynı zamanda kendi talebeleri ve kuruluyla oluşacaktır. Mehdi(a.s)’nin sırf şahsından dolayı müceddid değildir. Yani talebeleriyle beraber yapacaktır. Çünkü o diyor şahsın bizzat kendisinin sadece bu işleri yapacağını zannettikleri için diyor, o eşahsı harika çıktığı vakit herkes onu tanıyacak gibi bir şekil vermişler diyor Bediüzzaman. Halbuki bu dünya bir tecrübe meydanıdır, akla kapı açılır, fakat ihtiyarı yani seçme özelliği elinden alınmaz diyor. Öyleyse o deccal dahi diyor, deccal, kendisi dahi kendisini bilmez diyor. Belki o eşahsı Ahir zaman, Mehdi (a.s) ve Hz.İsa (a.s) imanın nuruyla tanınabilirler diyor. Yani samimi bakıldığında imanın nuru budur. Sahtekarlık yapmadan, böyle dürüst bakarak, çileden acıdan kaçınmayarak, objektif, böyle akılcı, düzgün bakıldığında Mehdi(a.s) güneş gibi belli olacaktır. Öyle zor anlaşılacak şeklinde bir Mehdi (a.s) gönderilmesi yok. Mehdi (a.s) çok şiddetli belli olacaktır. O ayrı, iddia etmeyecek Mehdiliği ama, anlamadım derse çok acayip bir konuma düşer adam. Yani ben anlayamadım, Kuran’ı da anlayamadım diyecek zaten. Yani Mehdi (a.s)’yi anlayamayan Kuran’ı da anlayamaz zaten, hadisi de anlayamadım ben diyor. Ama bülbül gibi şakıyor Ahirette, adeta böyle dili çağlayan gibi oluyor. Konuşmasa da dili konuşmaya başlıyor. Mesela Allah gözüne soruyor, “gördün mü” diyor, göz “ben gördüm” diyor.
Acayip tedirgin oluyor gözü konuşunca. Diline soruyor, “sen söyledin mi” diyor, dil “ben söyledim” diyor. Kulağına soruyor Allah, kulak da konuşuyor, “duydum ben” diyor. Bütün azaları konuşmaya başlıyor, baş edemeyecekler vücutlarıyla. “Buna ne oluyor” diyorlar zaten, “ne oldu bana böyle” diyor. Acayip şaşırıp dehşete kapılıyor. “Görmedin mi ki, Allah bulutları sürmekte, sonra aralarını birleştirmekte, sonra da onları üst üste yığmaktadır; böylece, yağmurun bunların arasından akıp-çıktığını görürsün”. Bak, “Allah bulutları sürmekte, sonra aralarını birleştirmekte, sonra da onları üst üste yığmaktadır”, yani yağmur bulutlarının oluşumu açıklanıyor Kuran’da, bu da bir mucizedir. Bilimsel bir açıklamayı Kuran açıklıyor. Bu bilinecek bir konu değil, yeni bulundu bu. “Böylece, yağmurun bunların arasından akıp-çıktığını görürsün. Gökten içinde dolu bulunan dağlar gibi bulutlar indirir, onu dilediğine isabet ettirir de, dilediğinden onu çevirir; şimşeğin parıltısı neredeyse gözleri kamaştırıp götürüverecektir”, tabii muazzam bir parlaklık, gök gürültüsü de Cenab-ı Allah’ı hatırlatan çok mühim bir olaydır. Bu dolu olayında, birkere çok muzzam bir dolu yağıyordu bizim evde, gerçi böyle şeyler anlatılmaz ama güzel olduğu için anlatıyoruz. Cenab-ı Allah’ın bir ikramı, çok hoş, bayağı iri ve çok şiddetli dolu yağıyordu, ben birtanesi elime değsin diye pencereden elimi uzattım, hemen dolu durdu, akışı durdu. Ama çok kalabalıktı evin içi müthiş şaşırdılar, elimi çektim yeniden dolu başladı. Bu tip olaylar var, dört- beş tane olay var. Birtanesi de buydu, bunu anlatmamıştık, bunu anlattım evet.
OKTAR BABUNA: Kuş vardı Hocam.
ADNAN OKTAR: Onları anlattık hepsini.
OKTAR BABUNA: Karınca vardı.
ADNAN OKTAR: Karıncayı anlattık, ama bunu anlatmamıştık. Böyle birkaç tane daha var ama bunu önemli gördüğüm için, şimdi dolu konusu geçince oradan aklıma geldi. Hatta ben de demedim de arkadaşlar, yani ben o kadar üzerinde durmadım, anladım ben hoşuma gitti. Fakat bir şey demedim, onlar dediler, Hocam siz elinizi uzattınız dediler, durdu dediler, siz elinizi çektiniz başladı dediler. Hakikaten aniden durdu, ben bir tane avucuma değsin, dokunsun diye uzattım. Yakalamak için, doludan bir tane yakalamak için zınk diye kesildi böyle, çektikten sonra da elimi şiddetle başladı yeniden, inşaAllah.
OKTAR BABUNA: Ben karıncada oradaydım Hocam. Birkaç tane var gerçi ama bir tanesine şahit oldum inşaAllah. Siz vakit vermiştiniz, süre tam o sürede gittiler.
ADNAN OKTAR: 15 dakika verdim.
OKTAR BABUNA: 15 dakika verdiniz, 12 dakikada size haber geldi, gittiler mi diye, gitmediler dediler. Kaç dakika var demiştiniz 3 dakika daha var denmişti. Tamam demiştiniz siz. 15 dakika sonra tekrar haber geldi hepsi gittiler diye inşaAllah.
ADNAN OKTAR: Ama o çok acayip hakikaten, inanılır gibi değil. Banyonun giriş yeri duvar camla kaplıydı falan, milyonlarca karınca, bir kısmı uçuyor, bir kısmı evden çıktılar. Evlerde çoğunda olur öyle hiç gördün mü sen, görmemişsindir. Böyle simsiyah duvarı kaplamışlardı, havada uçuşuyorlar böyle bahardı herhalde, bahar vaktiydi. Şimdi ben onları ilaçla öldürsem, hepsini öldürsek mi acaba dedim acıdım olmaz dedim. Elektrik süpürgesiyle alsak kilo hesabıyla çıkacak, öyle az buz değil çok fazlalar. Onlara, o dişi karıncalardan birtanesini aldım söyledim, bak 15 dakikaya kadar çıksınlar dedim, yoksa hepsini almak durumunda kalacağız dedim. Ama ben daha önce de öyle olaylar oldu, öyle birşey söylememiştim, ilk defa onu söylemiştim. Öyle bir aklıma geldi, olacak diye de içimde bir şey yoktu yani, ben öylesine söyledin onu. Olacağına dair bir bilgim yoktu benim. Hakikaten hepsi kaybolup gitti hayvanların, yuvaya girdiler yeniden. Küçük bir çıkış yerleri vardı küçük, geldiğimizde şu kadarcık bir yerde 15-20 tane falan az birşey kalmışlardı. Yani %99’u gitmişti, %99.99 diyebilirim yani. Çok şaşırtıcı o maşaAllah.
OKTAR BABUNA: Hocam balık hiç ayrılmıyor oradan.
ADNAN OKTAR: Onu ben yiyeceğim, o ağabeyinin canı o.
OKTAR BABUNA: Her programda bu şekilde Hocam.
ADNAN OKTAR: Ne dinliyorsun sen bakayım. Abi ne anlattı söyle bakayım bana, söyle.
SUNUCU: Sizinle konuşmaya çalışıyor Hocam.
ADNAN OKTAR: Sürekli ağzını açıp açıp kapatıyor maşaAllah. Çok şeker ağabeysi o, çok da uslu, terbiyeli o maşaAllah.
“Allah, her canlıyı sudan yarattı”,Dabbet-ül Arz’ı neden yarattı?
OKTAR BABUNA: Topraktan Hocam.
ADNAN OKTAR: Bak bir tek onda topraktan yarattım diyor. Yani topraktan mamuldür diyor. Ama bak her canlıyı sudan yarattım diyor. Topraktan yaratılmış, o zaman magmezyum, demir, çinko, aliminyum, silisyum, kobalt, bakır hepsi yerden bilgisayar olduğu anlaşılıyor inşaAllah. “İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürümekte, kimi iki ayağı üzerinde yürümekte, kimi de dört ayağı üzerinde yürümektedir. Allah, dilediğini yaratır. Hiç şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir”. Tamamını ben yarattım diyor Allah. “Andolsun Biz, açıklayıcı ayetler indirdik”, şimdi anlaşılmaz bir yön yok diyor Allah, açıklayıcı, açıklıyoruz diyor Allah. “Allah, dilediğini doğru yola yöneltip-iletir”; demek ki bizim uğraşmamızla değil, Allah’ın dilemesiyle oluyor. “Onlar derler ki, Allah'a ve elçisine iman ettik ve itaat ettik", tamam kabul ettik diyorlarAllah’a iman ediyoruz, Peygamber’e de iman ettik. “Sonra bunun ardından onlardan bir grup sırt çevirir. Bunlar iman etmiş değildirler”, münafıklar. Bizde de çıkıyor münafık, her yerde çıkar değil mi? Mehdi(a.s) cemaatinde de çıkacaktır münafıklar. Münafık dünyanın en aşağılık, en haysiyetsiz mahlukudur ve çok büyük bir mucizedir. Mesela Peygamber (s.a.v.) zamanında, Peygamber (s.a.v.)’in yerinde münafık çıkıyor, yani bulunduğu mekânda. Yani mucize görüyor, vahyin inişini görüyor, Peygamber (s.a.v.)’in güzelliğini görüyor, heybetini görüyor, harika güzel ahlakını görüyor, buna rağmen kahpe münafık.
Yani insanın beynini zorluyor artık, inanılır gibi değil, mucize yani. Tabii inanılır gibi demeyeyim, Allah affetsin, ama mucize, şaşırtıcı. Mehdi (a.s)’nin de devrinde münafıklar olacaktır. Yani onun çevresinde böyle, aşağılık mahluklar olacaktır. Mehdi (a.s)’yi, Mehdi (a.s) olmadığını zannederek, kendilerince yıkmaya, devirmeye çalışacaklardır. Küfür ile iş birliği yaparak, dinsizler ile, münafıklar ile, alçaklar ile, haysiyetsizler ile iş birliği yaparak devireceklerini zannedecekler. Çünkü Mehdi (a.s) olduğuna da kanaat getiremiyor, zaten Allah’ın varlığına da kanaat getiremiyor, Kuran’ın hak olduğuna da kanaat getiremiyor, dolayısıyla Mehdi (a.s)’nin Mehdi (a.s) olduğuna da kanaat getiremiyor. O yüzden de hakikaten onu devirebileceğini düşünecektir. Adetullah ortamı olduğu için onların gözüne Allah, öyle gösterecektir. Hakikaten zarar verebileceğini, hakikaten etkisiz hale getirebileceğini düşünecektir. Çünkü Mehdi (a.s) ortadan kalkmadan münafık rahat edemez. Çünkü ona vicdan azabı veren şey, Mehdi (a.s)’nin varlığı. Kuran’a zaten inanmaz münafık. Ama Mehdi (a.s) canlı bir varlık, elle tutulan, gözle görülen bir varlık. O durduğu müddetçe münafığın kalbi rahatlamaz. Onun için, mutlaka öldürmek azminde olurlar. Yani mutlaka yok etmek, yahut en azından hapsettirebilmek, ama asıl istediği şey öldürebilmektir. Münafığın isteği budur. Çünkü Mehdi (a.s)’yi öldürmeden içindeki o suçluluk duygusu gitmez.
Ama Mehdi (a.s)’yi öldürebilirse, öldürebilme ümidinden dolayı, yahut etkisiz hale getirebilirse, o zaman içindeki o Mehdiyet korkusu da gitmiş olacaktır. Ve dolayısıyla yatışacak, bir parça daha yatışacak. Çünkü Allah’tan zaten korkmadığı için öyle bir şey yok, inşaAllah. Onun için, var gücü ile Mehdi (a.s)’yi yok etmeye gayret edecektir münafıklar. Ahir Zamanın özelliğidir bu. Allah da onlara, onu öyle gösterecek, sanki kolaymış gibi gösterecek. Defalarca girişimde bulunacaklar, hatta diyor, “3 defa Medine sarsılır” diyor Mehdi (a.s) devrinde, İstanbul. “Münafık atakları olacak” diyor, çeşitli. “Ama demirin pasını atığı gibi bu pislik temizlenecek” diyor. Yani saf demir kalacak, hani demir eridiğinde nasıl köpüğü kalıyor. O köpük diyor temizlenecek, saf metal olan kısım kalacak diyor, temiz olarak kalacak diyor. Hatta Resulullah (s.a.v.) buğday kurtlarına benzetiyor onları, böyle iğrenç. Buğdaya musallat olacak onlar diyor, Mehdi (a.s) onları her seferinde temizleyecek diyor buğdaydan o kurtları, yine kurtlanacak diyor buğday, yine temizleyecek. Bu defalarca olacak, sonunda 313 tane aslan kalıyor. Onlarla işte İslam’ı dünyaya hakim ediyor. Münafık, Müslümanın adrenalinidir. Yani onu gayrete getiren, onun heyecanını arttıran, mücadele azmini arttıran adrenalinidir. O köpekler adrenalin görevi görürler. Haberi bile olmaz onun.
Her atağı, Müslümanları canlandırır, şevkini arttırır. Yoksa Allah esirgesin, Müslümanlarda meskenet, bitkinlik meydana gelebilir. Mehdi (a.s)’ye yapılan atakların, meydana getirilen saldırıların kökeninde, Mehdi (a.s)’ye olan bir iman kamçısıdır o. Yani Mehdi (a.s) onunla canlanır. Mehdiyet onunla canlanır, yani Cenab-ı Allah onu hikmet ile yaratır. Mesela Resulullah (s.a.v.)’ın zamanında da münafıkların saldırısı, Müslümanların aşkını ve azmini arttırıyor. Mücadele gücünü arttırır. Münafık olmazsa, daha sakinleşir insanlar. Yani küfür saldırmazsa, Müslümanlara biraz bitkinlik gelir. Onun için küfür saldırısı çok önemlidir, münafık saldırısı çok önemlidir. Kan yapar Müslümanda o, böyle ruh verir, enerji verir. Yani mesela soğuk su ile nasıl duş aldığında insan canlanıyor? Nasıl elini yüzünü yıkadığında canlanıyorsa, münafık da Müslümanın üzerindeki kiri alır. O bir pisliktir, Müslümanın üzerinden o pislik gitmiş olur, kir gitmiş olur. Yani münafık kiri gitti mi, yani Müslüman yıkandığında üzerindeki o kir gitmiş oluyor, dinç ve zinde olur Müslüman. Her seferinde Müslüman yine kirlenir, yıkanır münafık gider yine dinçleşir, inşaAllah.