Şuara Suresi, 22-76 Ayetlerinin Tefsiri

 

Sayın Adnan Oktar’ın 18 Aralık 2010 tarihli röportajından Şuara Suresi ile ilgili açıklamalar.

 

ADNAN OKTAR: Şeytandan Allah’a sığınırım.

“Bana karşı lütuf-dediğin nimet de, İsrailoğulları'nı köle kılmandan dolayıdır." İsrail oğullarını köle kılmış o zaman Faşist devlet Komünist devlet Firavun’un devleti. Mesela Komünizm de ne oluyor? Toplum köle haline geliyor değil mi? Ne yapmış Firavun? Bütün İsrail oğullarını oradaki müminleri köle kılmış. Kendi emrinde çalıştırıyor. “Firavun dedi ki: "Alemlerin Rabbi nedir? Dedi ki: "Göklerin, yerin ve bu ikisi arasında olan herşeyin Rabbidir. Eğer 'kesin bilgiyle inanıyorsanız' (böyledir)." Yani “doğrusu budur” diyor “senin dediğin gibi değil.” Yani “Darwinist, Materyalist bir düşünce değildir” diyor. “Çevresindekilere dedi ki: "İşitiyor musunuz?"Zübbelik yapıyor yani işitmediğinden değil. Vardır ya hakikaten duydun mu falan derler böyle, çakallık yapıyor. “(Musa:) Dedi ki: "O sizin de Rabbiniz, geçmişteki atalarınızın da Rabbidir." Bak, yeniden telkin yapıyor büyü altında olduğu için Firavun, bir daha aynı şeyi bir daha vurguluyor. “Dedi ki”, ama kapsamını genişleterek söylüyor. "O sizin de Rabbiniz, geçmişteki atalarınızın da Rabbidir." Geçmişteki atalarına kafası gitmesin diye o putperest kafasını yıkmak için, “Geçmişteki ataların da sapıktı” diyor. Şimdi var mesela müşrikler, bir şey söylediği vakit atalarına gönderme yapıyorlar. “Geçmişteki atalarınızın da Rabbi idi” diyor. “Ama onlar bilmediler yanlış yaptılar” diyor. “(Firavun) Dedi ki: "Şüphesiz size gönderilmiş bulunan elçiniz, gerçekten bir delidir." Çözüm bulamayınca ne yaparlar? Deli diyecekler. Peygamberimiz (s.a.v.)’e ne yaptılar? Deli dediler. Hz. Musa (a.s.)’a deli dediler. Hz. Mehdi (a.s.)’a ne diyecekler? Deli diyecekler. Çünkü çözüm bulamayınca ne yapsın? Baş edemeyince delilikle itham edecekler.

"Eğer aklınızı kullanabiliyorsanız, O, doğunun da, batının da ve bunlar arasında olan herşeyin Rabbidir" dedi (Musa)”. Bak, Hz. Musa (a.s.) asla yılmıyor. Adam psikopatça konuşmasına rağmen aynı konuyu, Allah’ın varlığını, tevhid inancını, Allah’ın birliğini çeşitli delillerle ve fakat genişleterek, kapsamını değiştirerek anlatmaya devam ediyor tebliğe. Bir sözü birbirinin aynı olmuyor ama vurguyu ve çapını genişleterek onun kafasındaki büyüyü kırmak için devam ediyor. "Eğer aklınızı kullanabiliyorsanız”, hemen aklını kullanmasına yönelik onu uyarıyor çünkü aklını kullanmadığını anlamış. Firavun büyü altında, kafa gitmiş, hipnoza girmiş. "Aklınızı kullanabiliyorsanız, O, doğunun da, batının da ve bunlar arasında olan herşeyin de Rabbidir" dedi (Musa)”. Çünkü onlarda belirli ilahlar var ya şuraya şu ilah, buraya bu ilah, “Herşeyin Rabbidir” deyince tamamını kapsayan bir güç olduğunu Allah’ın söylüyor. “(Firavun) dedi ki: "Andolsun”, bir de yemin ediyor ama kendi dinine göre yemin ediyor tabii. Müslüman yemini değil bu. Buradan da anlıyoruz ki, küfrün de yemini oluyor. Delaletin de yemini oluyor. Mesela imansızların da yemini olur. "Andolsun, benim dışımda bir ilah edinecek olursan, seni mutlaka hapse atacağım." Resmi ideoloji, devlet dayatma yapıyor. “Vatandaşa benim inancımda olacaksın” diyor. Yoksa çözüm ne? Zindan, “Hapse atacağım” diyor. Hz. Musa (a.s.)’ı gerçi hapse atamamıştır ama hapisle korkutmaya çalışıyor. O zaman hukuk sistemi ile korkutmaya çalışıyor. Hukuka derin devlet hakim o devirde, normalde hapse atamaması lazım, yargılamada hakim yargılaması lazım ama derin devlet hakimiyeti olunca, derin devlette artık mahkemeler usulü mahkemelerdir. Yani derin devlet mahkemeleri yönetir, talimat verir, mahkeme gereğini yapar. Yani hakim göstermeliktir derin devlette. “Seni mutlaka hapse atacağım” dedi. "Musa dedi ki: Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?" Çok net bir delil getirsem de mi, reddedemeyeceğin bir delil de?

Mesela biz de Darwinizm’e, materyalizme karşı net delil getiriyoruz ama Firavuni yapı, hiçbir şekilde kabul etmez. “(Firavun) Dedi ki: "Eğer doğru söylüyorsan, onu getir.” Yine de adam da bir psikopat falan ama demokrat yanı da var aslında, o da acayip. Normalde hiç bunu dedirtmez. Çünkü gücü var direk hapsettirir, attırabilir. Orada şehit ettirebilir ama yapmıyor. O biraz da halkın kafasında bir şey kalmasın diye her halükarda fikri yönden, imani yönden kıpırdanma olur, onu tamamen ortadan kaldırayım diye düşünüyor. Yani imani bir kıpırtının kalmasını ileride tehlike meydana getireceğini düşünerek hiçbir delil kalmasın diye uğraşıyor. “(Firavun) Dedi ki: "Eğer doğru sözlü isen, onu getir."”Tabii, onu getir dediği de bunu yok etmek için, yeni bir delil varsa onu yok etmek istiyor. Bir sorun çıkmasın diye kendi kafasınca. “Bunun üzerine asasını bıraktı, bir de (ne görsünler) o, açıkça bir ejderha oldu”. Böyle hareket etmeye başlıyor asası herkesin gözü önünde. “Elini çekip çıkardı” kalbinin üzerine doğru sokuyor elini, “Bir de (ne görsün) o, bakanlar için 'parlayıp aydınlanmış'” diyor. Bak, hem parlamış, hem aydınlanmış. “(Firavun,) Çevresindeki önde gelenlere” yani oradaki seyredenlere, "Bu” dedi, "Doğrusu çok bilen bir büyücüdür", çok bilgisi var, çok yaman bir büyücü diyor. "Büyüsüyle sizi yurdunuzdan sürüp çıkarmak istiyor; ne buyurursunuz?" Bak, "Büyüsüyle sizi yurdunuzdan sürüp çıkarmak istiyor; ne buyuruyorsunuz?" Şimdi halkı ikna etmek için, halkı galeyana getirmek, verilecek cezayı yönlendirmek için devlet erkanını tahrik ediyor. Yani hukuki sistemle tahrik ediyor. Meydana gelecek eylemi makul hale getirmeye çalışıyor. Belli ki ya şehit etmek amacında veyahut hapsettirecek. Ama şimdi orada biraz da demokrat ve hoşgörülü takıldığı için, öyle bir üslup verdiği için direkt uygulayamıyor. Onu makul hale getirmek için zemin ve topluluğu tahrik ederek onların desteğini almaya çalışıyor. Bak, "Büyüsüyle sizi yurdunuzdan sürüp çıkarmak istiyor; ne buyuruyorsunuz?" Şimdi adamın malının, mülkünün elinden alınıp, sürülüp çıkarılması, şimdi bu masum bir amaç değil onlar için. Adamları tahrik ediyor. Adamları ne ile tahrik ediyor?

Malınızı mülkünüzü elinizden alacak. Adam mala mülke zaten hasta, kafayı onunla bozmuş, aklını onunla bozmuş mal, mülkle. Mal mülk delisi olduğu için en hassas noktaları, “Sizin malınız mülkünüzü elinden alacak” diyor. Ve “Yurdunuzdan sürüp çıkarmak istiyor”, onu, “Yurdunuza hakim olmak istiyor” diyor. Onların milliyetçi duygularını tahrik ediyor. “Ne buyuruyorsunuz?” diyor. Böyle deyince zaten bir insan ne der? Hemen asalım, keselim diyecektir. “Dediler ki: "Bunu ve kardeşini oyala, şehirlere de toplayıcılar gönder." Normalde onlardan öldürelim demesini beklerken adamlarda biraz o devletin sisteminden dolayı demek ki biraz tartışmaya, fikre açık olmuşlar o dönemde Firavun’un takımı. “Dediler ki: "Bunu ve kardeşini oyala, tutukla, şehirlere de toplayıcılar gönder", bunu ispat edin diyorlar. Tehlikeli bulmuşlar benim gördüğüm. Yanlış olduğunu, bunun bir büyü olduğunu ispat edelim. "Bütün uzman-bilgin büyücüleri sana getirsinler." Bütün bilim adamlarını sana getirsinler. Yalnız bu, “Yurdunuzdan sürüp çıkarmak istiyor” buna takıntılı zaten Firavun. Bunun sebebi Tevrat’ta Hz. Mehdi (a.s.)’ın dünya hakimiyeti olacağına dair çok fazla açıklama var Tevrat’ta. Buna Tevrat’ı okutmuşlar, Firavun’a, anlaşılan o görünüyor. Tevrat’ı da okumuş, incelemiş. Tevrat’ta dünya hakimiyetini görünce, bütün dünyaya hakim olacağını görünce Hz. Mehdi (a.s.)’ın, Hz. Musa (a.s.)’ın zamanında bu olayın olacağını düşünmüş gibi görünüyor. Bizzat Hz. Musa (a.s.)’ın bu hakimiyeti yapacağını zannetmiş olabilir. Çünkü Hz. Musa (a.s.) öyle bir iddiada değil. Hz. Musa (a.s.)’ın isteği, diyor ki, “Beni ve kavmimi bırak biz gidelim sadece” diyor. “Senin vatanın, milletin sana kalsın” diyor. “Bizim topraklarımız da sana kalsın” diyor. Kendi topraklarından da vazgeçiyorlar onlar. “Onu da sana vereceğiz. Her şeyi sana vereceğiz. Biz canımızı kurtarmak istiyoruz. Sen bizi bırak gidelim” diyorlar. Firavun da diyor, “Yok, siz gitmek amacında değilsiniz.

Siz dünyaya hakim olmak istiyorsunuz” diyor. “Ve siz Mısır ülkesine de hakim olmak istiyorsunuz” diyor. Allahualem Tevrat’tan kanaati gelmiş. Halbuki o Hz. Mehdi (a.s) devrinde olacak bir olay, Hz. Musa (a.s) devrinde değil. O korkudan dolayı fikri, yönden üstün geleceğinden korktukları için sürekli bilimsel yönden ezmeye, bilimsel yönden neticelendirmeye çalışıyorlar. Şu anda da Darwinist’ler yenildiler ya, bilimsel yönden galip gelebilmek için bu sefer çırpınmaya başladılar, devletin imkanlarını kullanmaya başladılar. Mesela ŞEŞ Tv’yi kullanıyorlar, TRT’yi kullanıyorlar Darwinist’ler. O zaman Firavun’un takımı böyle yapıyordu, şimdi de Darwinist’ler bunu yapıyor. Bu devrin materyalistleri de, Firavun gibi onlarda materyalist düşüncedeler. Tabi ben onlar Firavun’dur demiyorum. Ama materyalist düşünce açısından aynılar materyalistler. Dolayısıyla galip gelmek için, artık devletin imkanlarına da sarılmış durumdalar. Yani ŞEŞ Tv’yi ve TRT’yi kullanıyor olmaları ve Bilim Teknik Dergisi’nde halen Darwinist yazılar yazmaları ve bilimsel olarak ispat ettiğimiz halde, bilimsel delilleri hiçbir şekilde yayınlamaya yanaşmamaları, bunu gösteriyor. Demek ki bilimsel yönden galip gelmeye çok önem veriyorlar. Galip gelemezler ayrı mesele. "Bütün uzman-bilgin büyücüleri sana getirsinler." Bak hep uzman, paleontoloji uzmanı oluyor, Jeoloji uzmanı oluyor ve bilgin. Uzman ve bilgin, fakat büyücü. Doğru söylemiyor çünkü. Telkin yapıyor, yanlış ve doğru olmayan, yalan olan bilgileri veriyor. Mesela,  hiçbir şey yok, fosil yok, kullanacakları. Ama çizim olarak kullanıyorlar. Mesela proteinler tesadüfen meydana gelemiyor,  ama meydana geliyormuş gibi göstertiyorlar. Halbuki, hepsi biliyor olmayacağını.  “Böylelikle büyücüler bilinen bir günün belirli vaktinde bir araya getirildi”  Yani büyük bir toplantı yapıp getiriyorlar, mesela onlarda ne yapıyor şu anda da? Televizyon kullanılıyor, radyo kullanılıyor, geniş kitlelere hitap edebilmek için. 

“Ve insanlara sizde toplanıyor musunuz? dendi.” Yani insanlarında kanaatini getirmek istiyorlar. Çünkü demek ki Hz. Musa (a.s.), halk arasında etkin hale gelmiş ki, onlarında kanaatini bozmaya çalışıyorlar. Kendi kafalarına göre bozmaya çalışıyorlar. Mesela diyor ki, “Musa'ya: "Kullarımı gece yürüyüşe geçir, çünkü izleneceksiniz" diye vahyettik. Bunun üzerine Firavun şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi. "Gerçek şu ki bunlar azınlık olan bir topluluktur;". Mesela Mehdi (a.s.) Cemaati de azınlık olan bir topluluk. “Ve elbette bize karşı da büyük bir öfke beslemektedirler” Bakın,  devleti tahrik etmek için neler yapıyorlar.”Bize karşı ayaklanmaya hazırlanıyorlar, bize karşı öfke duyuyorlar, vatanımızı elimizden alacaklar, değil mi? Bunlar hep tahrik edici ifadeler. “Biz ise uyanık bir grubuz” dedi” Yani “biz kültürlü, bilgili, kaliteli insanlarız” diyor, “ama onlar değil” diyor.  Yani onların gururlarını da okşuyor. “Böylelikle Biz onları (Firavun ve kavmini) bahçelerden ve pınarlardan sürüp çıkardık;” yani, demek en güzel yerler onların elindeymiş, bahçeler,  pınarlar yani zenginlik devletin zenginlikleri, milletin zenginlikleri onların kontrolünde,  “hazinelerden” devletin hazinesi de onlarda, “ve soylu makamlardan da” işte krallık, prenslik, “ hepsinden sürüp çıkarttık”  diyor Allah, “ işte böyle; bunlara İsrailoğulları`nı mirasçı kıldık” “o devrin Müslümanlarına mirasçı kıldık” diyor Allah.

74. ayette “ "Hayır" dediler. "Biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk."Darwinist’ler ne oluyor? Atalarını bu şekilde bulmuşlar. 1940’lardaki ataları böyle, Sümerler böyle, Firavun’un ekibi böyle, hepsi Darwinist.  (İbrahim) Dedi ki: "Şimdi, neye tapmakta olduğunuzu gördünüz mü?" "Hem siz, hem de eski atalarınız?" Yani “böyle sapkın ve yanlış bir inanç izindesiniz” diyor. Onun için bizi takip eden kardeşlerimiz Darwinizm konusunda hiç dikkatlerini dağıtmasınlar, ısrarla hem TRT`yi uyarsınlar, hem ŞEŞ Tv`yi hem devleti uyarsınlar, yani devletin gücü yetmiyor demek ki şuan, hükümetin gücü yetmiyor, bu görülüyor. Yani hükümete destek verelim, yani hükümetin gücü yetmiş olsaydı, TRT`de bunu durdururlardı. Demek ki hükümetin üstünde bir güç bu, yapı. Yani hükümetin kontrol edemediği bir durum var. Çünkü hükümet gidin Darwinizm’i anlatın demez, materyalizm’i anlatın demez, bak, Darwinist, dünyadaki Darwinist etkinin gücünü burada görün işte. Onun için hükümete burada destek verip, ısrar edilince, hükümet sizlerin desteğini ve ısrarını gerekçe göstertip, orda bir bilimsel müdahale yapma imkanı doğabilir ki bütün Avrupa’yı karşısına alması gerekir, bütün Amerika’yı karşısına alması gerekiyor böyle bir şeyde. Yani “Darwinizm bir aldatmacadır” diyen hiçbir başbakan çıkmamıştır. Hiçbir başbakan çıkıp diyemez dünyada. Siz hiç duydunuz mu?

OKTAR BABUNA: Duymadık Hocam, evet.

ADNAN OKTAR: Diyemezler. Yani bir protein tesadüfen meydana gelemez diyemez bir başbakan. Ama “Darwnizm’e ben inanıyorum” diyen başbakanlar yüzlerce,  binlercedir. Hepsi der, büyük bir bölümü der. Yani çok nadirdir demeyen . Ama “350 milyon fosil, yaratılışı ispat ediyor” diyemez bir başbakan. Cumhurbaşkanı diyemez bunu. Ama “evrim doğrudur, Darwinizm doğrudur” derler, inşaAllah. İşte buda, dünyadaki Darwinist diktatörlüğün gücünü göstertiyor.

 


Şuara Suresi, 68-83 Ayetlerinin Tefsiri

 

Sayın Adnan Oktar'ın 15 Aralık 2010 tarihli röportajından Şuara Suresi ile ilgili açıklamalar.

 

ADNAN OKTAR: Hz. İbrahim diyor ki Şuara Suresi’nde, şeytandan Allah’a sığınırım; “Hani, babasına ve kavmine: "Siz neye kulluk ediyorsunuz?" demişti. Demişlerdi ki: "Putlara tapıyoruz."” Şu anda da putlara tapıyor insanlar. Mesela Allah’a yönelik bir üslubuna bakıyoruz; çok saygısız, küstah, pervasız, kavgacı bir üslup, Allah’a karşı üslubu. Şeyhine karşı bakıyoruz, iki büklüm. “Efendim, siz çok daha iyi bilirsiniz” diyor. “Siz nasıl takdir ederseniz efendim, tabii ki öyledir” diyor, gözünü yerden ayırmıyor. El pençe divan, son derece hürmetkar. Ama Allah’la konuşmasını anlatıyor, nasıl konuşacağını anlatıyor; son derece küstah, saldırgan ve üst perdeden. Ne olmuş? Şeyhini put yapmış, şeyhini Allah’tan daha üstün görüyor, haşa. Buradan anlıyoruz putlaştırdığını. “Putlara tapıyoruz, bunun için sürekli onların önünde bel büküp eğiliyoruz.” O da insanı putlaştırmış, önünde bel büküp eğiliyor. Hatta ayet var, Cenab-ı Allah Kuran’da; “onlar, rahipleri ve bilginlerini ilahlar edindiler.” Ne demek? Şeyhinin yahut hocasının hurafe olarak ona aktardıklarını Allah’ın hükmü olarak alıyor. Haşa, o kişi, Allah adına vahiy veriyor ona güya, olmayan bir vahyi vermiş oluyor, yalan söylüyor. “Nerden duydun?” diyorsun, “ben falanca büyüğümden, falanca alimden duydum” diyor. Onu kendine ilah edinmiş. Ayette de buna dikkat çekiliyor, bak; “rahiplerini ve bilginlerini ilah edindiler” diyor Allah. İlah edinmelerinden kasıt bu. Onların vahiy etme gücüne, emir verme gücüne, yasak koyma veya yasak kaldırma gücüne sahip olduğuna inanmaları. Allah nedir? Ahkam-ül hakimin, değil mi? Hüküm koyucuların hakimi. Hüküm koyucu sadece Allah. Oradaki adam ne yapıyor? Allah adına hüküm koyuyor. Nasıl hüküm koyuyor? Helal olan bir şeyi yasaklıyor. Ne ile? Hurafe ile yasaklıyor. Hatta gerekirse Peygamber (s.a.v) adına yalan söylüyor. “Peygamber (s.a.v) böyle dedi” diyor. Halbuki dememiş Peygamber (s.a.v). “Peygamber (s.a.v) böyle dedi” diyerek yasaklıyor. Helali haram, haramı da helal yapıyor. Bu nedir? Deccalliktir. Deccalin vasfı nedir? Helali haram yapması, haramı da helal yapmasıdır. İşte bu kişiler de kendi şeyhlerini, kendi mürşitlerini, büyüklerini hurafe denizi gibi alıp, onlardan aldıkları hurafelerle Allah adına hüküm koyuyorlar. Kuran’ın anlattığı mana budur. Onun için gerçek mürşitler, gerçek şeyh efendiler ahir zamanda var güçleriyle bu iblusun ve iblisat ordusuna karşı mücadele veriyorlar, değil mi?

ALTUĞ BERKER: Evet, inşaAllah.

ADNAN OKTAR: Mesela Şeyh Nazım Hocamıza yapılan saldırının kökeninde bu var. Onun samimi İslam anlayışını çekememeleri ve bundan rahatsız olmaları, onun Mehdi (a.s)’ı müjdelemesinden rahatsız olmaları var. “Dedi ki: "Peki, dua ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı? Ya da size bir yararları veya zararları dokunuyor mu? " "Hayır" dediler. "Biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk."” Şimdi adama diyorsun ki; “kardeşim, senin bu yaptığın şirk, Kuran’da bu yok, bu uydurma” diyorsun. “Nerden çıkartıyorsun?” “Biz atalarımızı böyle bulduk” diyor. “Yüzyıl önce, iki yüzyıl önce, üç yüz yıl önce, falanca büyük puttan buraya bize geliyor bu” diyor. Allah diyor ki; “Ya ataları bir şey bilmiyor idilerseler?” diyor, şeytandan Allah’a sığınırım. “Yine mi uyacaklar” diyor. “Ya bir şey bilmeyen cahil kişilerse, yine mi uyacaklar?” diyor. Adam, “evet, ben yine uyacağım” diyor. Müslümanlardaki problemin kökeni budur. İnsanları ilahlaştırıp, put haline getirip, o putlara uymalarıdır. “"Hayır" dediler. "Biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk." (İbrahim) Dedi ki: "Şimdi, neye tapmakta olduğunuzu gördünüz mü? Hem siz, hem de eski atalarınız?"” Bak, “siz de sapıtmış vaziyetteydiniz, eski atalarınız da sapıtmış vaziyette” diyor. “Bir tek siz değil” diyor, yani “silsile olarak sapıtmış vaziyettesiniz.” Çünkü Kuran’a ve sahabe dönemindeki İslam anlayışına uymadığı zaman sapıtmışsınız demektir, başka açıklaması yok. “İşte bunlar, gerçekten benim düşmanımdır; yalnızca alemlerin Rabbi hariç. Ki beni yaratan ve bana hidayet veren O'dur; bana yediren ve içiren O'dur; hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur.” Yani hastalandığında doktor şifa vermez; Allah verir, doktoru vesile eder. “Beni öldürecek, sonra diriltecek olan da O'dur, din (ceza) günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum da O'dur; Rabbim, bana hüküm (ve hikmet) bağışla ve beni salih olanlara kat.” Bak; “bana hüküm (ve hikmet) bağışla ve beni salih olanlara kat.” Yani “samimi, dürüst olanlara kat.”

 


Şuara Suresi, 69-93 Ayetlerinin Tefsiri

 

Sayın Adnan Oktar'ın 30 Kasım 2012 tarihli sohbetinden Şuara Suresi ile ilgili açıklamalar.

 

ADNAN OKTAR: Şuara Suresi, 69-“Onlara İbrahim'in haberini de aktar-oku:” diyor Allah. Peygamberimiz (s.a.v)’e emrediyor Allah, farz.

70-“Hani, babasına ve kavmine” bakın en yakınlardan başlıyor, babasına ve kavmine. Ailesini terk edip başka bir ülkeye gitmiyor. Önce yakınlarından başlıyor. Ayette de var ya. “Önce yakınlardan başla” diyor. "’Siz neye kulluk ediyorsunuz?’ demişti.” Önce bir soruyor, ön yargısız olsun diye onlara söyletmek istiyor. Sorgulama yapıyor. “Siz neye kulluk ediyorsunuz?” Duyacak ki ona göre cevap verecek.

71-“Demişlerdi ki: ‘Putlara tapıyoruz,” onlar da münasebetsiz olduğu için direk söylüyorlar, “putlara tapıyoruz, bunun için sürekli onların önünde bel büküp eğiliyoruz.’" Dünyada, orada, burada, Kore’de, Stalin’in önünde bel büküyorlar. Kuzey Kore’nin eski başkanı var, psikopat adam vardı. Öldü adam, iki büklüm eğiliyorlar önünde. Hıçkırıklarla ağlama tarzında. Bir de parayla adamları ağlatıyorlar. “Sürekli onların önünde bel büküp eğiliyoruz” diyorlar.

72-“Dedi ki: ‘Peki, dua ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı?’" Bakın yavaş yavaş onların densizliğini onlara hissettiriyor. Yani onlara cevap verdirtme metodu. Bir insan münasebetsizlik yaptığında ona cevap verdirtmek daha etkili metottur. Kuran’da bu etkili metoda, psikolojik yönden insanlara fayda verecek metoda dikkat çekiyor Allah. "Peki, dua ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı?" Diyor. Mükemmel bir yöntem, kendilerine cevap verdirtmek.

73-"Ya da size bir yararları veya zararları dokunuyor mu?" Bunu öğrenmek istiyorum diyor.

74-“’Hayır’ dediler.” O zaman ne zorun? "Biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk." Yani atalarının dinine, geleneğe uyuyoruz biz diyorlar. Geleneksel. Birine sorduğunuz zaman, “biz alimlerden daha mı iyi bileceğiz? Atalarımız öyle söylemiş” diyor. Atana göre mi hareket ediyorsun sen Kuran’a göre mi hareket ediyorsun? Sen Kuran’a uyduğunu söylüyorsun. Allah ahirette “Kuran’dan soracağım” diyor. Adama söylüyorsun, “benim atalarım böyle dedi” diyor. Şeytandan Allah’a sığınırım. Allah diyor ki; “Ya ataları bir şey bilemeyen cahil insanlarsa yine mi uyacaklar?” diyor Allah. Onlar da “evet uyacağız” diyor. O zaman ahirette cevabını verirsin. Bu çirkin cesaretin cevabını vereceksin.

75-“(İbrahim) Dedi ki: ‘Şimdi, neye tapmakta olduğunuzu gördünüz mü?’" Kendiniz cevap veriyorsunuz diyor, gördünüz mü? Kendi verdiğin cevaptan anladın mı durumu diyor?

76-"Hem siz, hem de eski atalarınız?" Onlar da sapıtmış diyor, sırf siz değil diyor. Sen güveniyorsun ama atana, atan da sapık diyor. O da sapıtmış diyor.

77-"İşte bunlar, gerçekten benim düşmanımdır; yalnızca alemlerin Rabbi hariç" Ben bu insanlara karşıyım diyor. “Yalnızca alemlerin Rabbi hariç.” Bütün kavim dinsiz görüyor musun ne felaket? Allah vermesin. Bak ne diyor ayette; "İşte bunlar, gerçekten benim düşmanımdır;” yani karşıtımdır bunlar, “yalnızca alemlerin Rabbi hariç." Kavmin tamamı dinsiz. Ne korkunç Allah vermesin. Bir tane dindar yok. Bir kişi Hz. İbrahim (a.s) var o kadar.

78-"Ki beni yaratan ve bana hidayet veren O'dur;" Bana imanı veren odur diyor.

79-"Bana yediren ve içiren O'dur;"  Yemek yediğimizde, mesela bir şey içtiğimizde şu an Allah içirdi. Ben içtim dersen olmaz. Bu şirk olur. Allah içirdi. Bak; "Bana yediren ve içiren O'dur;" Suyu içiren de Allah’tır, yediren de Allah’tır.

80-"Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur;" Doktor değil, ilaç değil Allah şifayı verir. Çünkü hastalığı yaratanda Allah, ilacı yaratan da Allah. Buradaki şirk zıddı üslubu görüyor musunuz? İnsanlar zannediyor ki şirk, sadece puta tapma. Değil. Her şeyi Allah’ın yaptığını sürekli bileceksin. Aksi şirk olur. Ama her şeyi, aklına gelen her şeyi Allah’ın yaptığını bileceksin. “Bunu yaptığınızda dünya hakimi yapacağım sizi” diyor Allah Nur Suresi 55’te. “Eğer her şeyi benim yaptığımı kabul ederseniz, akla gelen her şeyi tamamen benim yarattığıma inanırsanız samimi olarak, o zaman söz veriyorum” diyor Allah, “dünya hakimi edeceğim sizi” diyor. Sayınız az da olsa. İsterse on kişi olsun. Tevrat’ta da buna dikkat çekilmiştir. İsterse on kişi olsun dünya hakimi yapacağım diyor Allah.

81-"Beni öldürecek, sonra diriltecek olan da O'dur" diyor Allah. Adam diyor ki, ‘falanca öldürdü.’ Yok, öldüren Allah’tır. Dirilttiğinde, dirilten de Allah’tır.

82-"Din (ceza) günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum da O'dur;"

Bakın garanti vermiyor, umduğum diyor. Hz. İbrahim (a.s) bunu söylüyor. Adam ne diyor; “Evliya o, cennete gitti” diyor. Bazı hocalar söylemiyorlar mı? Adam öldü, “cennete gitti mübarek, şu an cennette” diyor. Hz. İbrahim (a.s) diyor bak dikkat et; "Din (ceza) günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum da O'dur;" Emin değilim diyor. “Umduğum O’dur.” Ama tabii sonra Cenab-ı Allah Hz. İbrahim (a.s)’a vahyetmiştir. “Habib’im” diyor Cenab-ı Allah Kuran’da, cennetlik olduğunu anlıyoruz. O anda ama söylüyor. Sonra vahiyle bildiriliyor cennetlik olduğu.

83-"Rabbim, bana hüküm (ve hikmet) bağışla” yani güzel hüküm ver. Mesela şunu şuraya koyun, bunu buraya götürün, şunu şöyle yapın. Hüküm ve hikmet, güzel konuşma. Özlü, kısa, net, klas konuşma. “ve beni salih olanlara kat;" Samimi olanlara kat. Samimi ne denmek? Alabildiğine candan vicdanıyla hüküm veren insan.

84-"Sonra gelecekler arasında bana bir doğruluk dili (lisan-ı sıdk) ver." İşte namazların sonunda dua vardır Hz. İbrahim (a.s)’a. “Ali İbrahim ve ala ali İbrahim.” Hz. İbrahim (a.s)’ın aline dua ediyorsun her kaide de, oturuşta. Nazmın sonunda. "Sonra gelecekler arasında bana bir doğruluk dili (lisan-ı sıdk) ver." Bu duasını kabul etti Cenab-ı Allah.

85-"Beni nimetlerle-donatılmış cennetin mirasçılarından kıl." Bunu da kabul etti Cenab-ı Allah. Cennet istedi Allah’tan, onu da verdi.

86-"Babamı da bağışla,” bak dinsiz babası, imansız, Allahsız, kitapsız. Ne diyor? “Babamı bağışla.” Şefkatle yaklaşıyor. Kin ve nefretle saldırgan bir üslubu yok. “çünkü o şaşırıp sapanlardandır." Şaşırdı, saptı diyor.

87-"Ve beni (insanların) diriltilecekleri gün küçük düşürme" Beni mahçup etme Ya Rabbi diyor. Bunu da Allah kabul etti. Bilakis “Habib’im” diyor Cenab-ı Allah.

88-“Malın da, çocukların da bir yarar sağlayamadığı günde." Bazıları var ya, malıyla, çocuklarıyla bayağı hava yapıyor, sükse yapıyor. “Hiçbir yarar sağlamaz” diyor.

89-"Ancak Allah'a selim bir kalp ile gelenler başka.” Selim bir kalp, temiz, dürüst bir kalple gelenler başka.

90-“(O gün) Cennet takva sahiplerine yaklaştırılır." Yakın geliyor. Böyle görüntü varken böyle yaklaşıyor.

91-“Cehennem de azgınlar için sergilenir.” Allah bir anda gösteriyor cehennemi, hepsi görmeye başlıyorlar.

92-“Ve onlara: ‘Tapmakta olduklarınız nerede?’ denilir.” Soruluyor.

93-"Allah'ın dışında olan (ilah)lar; size yardımları dokunuyor mu veya kendilerine yardımları oluyor mu?” Bakın, aynı sorgulama yöntemiyle Allah da soruyor. Kendilerine cevap verdirtiyor. Hz. İbrahim (a.s) da onlara cevap verdiriyor. Kendi münasebetsizliklerini, kendi anormalliklerini kendilerine söyletmek. Yani ikrar ettirmek.

 


Şuara Suresi, 1-6, 10-13, 36-39, 74-80, 82-83 Ayetlerinin Tefsiri

 

Sayın Adnan Oktar'ın 16 Mart 2010 tarihli röportajından Şuara Suresi ile ilgili açıklamalar.

 

ADNAN OKTAR: Demin okuduğumuz Şuara Suresi’ne yine devam edelim. Mekke’de indirilen bu sure 227 ayetten oluşuyor. Rahman Rahim Olan Allah’ın Adıyla. “Ta, Sin, Mim”. Şimdi bunu söylemek istemezdim ama yine söyleyeyim. Bu huruf-u mukattanın cinlerle de bağlantısı olan yönü var. Yani cin çağırmada, cinlerle bağlantıda huruf-u mukattanın derin sırları var, onu söyleyeyim. Yani cinlerin anladığı bir hitaptır huruf-u mukatta.

ALTUĞ BERKER: Bunu ilk defa duyduk Hocam sizden inşaAllah.

ADNAN OKTAR: Evet onlarla bağlantıda, onlarla işte boyut açmada; ha, mim, ta, sin, mim ve diğer huruf-u mukattanın çok derin sırları var. İnşaAllah. Ve cinlerin de çok etkilendiği bir yöntemdir inşaAllah. “Bunlar, apaçık olan Kitab'ın ayetleridir. Onlar mü'min olmayacaklar diye neredeyse kendini kahredeceksin” diyor Peygamberimiz (s.a.v)’e Cenab-ı Allah hatırlatıyor. Yani insanların kendisini üzmemesi, kendisini sıkmamasını söylüyor. Çünkü üzüntü biliyorsun kansere sebep olabilir, ülsere sebep olabilir. Tansiyona sebep olabilir. Kalp enfarktüsüne sebep olabilir. Değil mi? Yahut birçok hastalığa sebep olabilir. Kuran bu konuya dikkat çekmiş “kendini kahredeceksin öyle mi?” Allah, bu üzüntüden kaçınmamızı söylüyor.

Biliyorsunuz Müslümanların üzülmesi haramdır. Üzülmek haram. Sinirlenmek de haramdır, Müslümana yakışmaz. Tabii. Müslümanın yapacağı bir şey değildir. Müslüman tevekküllü olacak. Her şeyde bir hayır vardır çünkü, her şeyi Allah yaratır. Sinirlenmek ne demek? “Ben yapıyorum” anlamına gelir. Halbuki her şeyi Allah yapar. Üzülmek de haramdır. Çünkü Allah’ın yarattığını beğenmemek anlamına geliyor. Çünkü, tamam anormaldir ama hayır vardır. Yani sonuçta hayır olan bir şey.

4. ayette mühim bir konuya Kuran dikkat çekiyor işari anlamda. “Dilersek” yani Ben istersem diyor Cenab-ı Allah; “onların üzerine gökten bir mucize indiririz” ayet. Allah’ın ayeti “bir mucize indiririz de, ona boyunları eğilmiş kalıverir”. Yani onun emrine uyarlar. Ona bağlanırlar, Ona boyun bükmüş olurlar. Onun kumandasına girerler. Ona karşı boyunları büküktür. İtaatkardır, evet. Ve ebcedi de 2022’yi veriyor. Harf karşılığı 2022 veriyor. Evet. Bak, “dilersek, onların üzerine gökten bir mucize indiririz”. Hz. İsa (a.s.)’ın inişi biliyorsun bir mucizedir. 2000 yıl sonra göğe alınmışken gökten yeniden inmesi bir mucize. Çok büyük bir mucize. “İndiririz de, ona boyunları eğilmiş kalıverirler” inşaAllah 2022. Ayetin bir işari yönü budur inşaAllah.

“Onlara Rahman (olan Allah)’dan yeni bir uyarı gelmeyiversin, hiç tartışmasız ondan yüz çevirirler”. Yani Kuran’dan, İslam’dan bir şey anlattığında mutlaka yüz çevirirler diyor Allah. “Gerçekten yalanladılar; fakat, alay konusu yaptıkları şeyin haberi kendilerine pek yakında gelecektir”. Mesela Müslümanları alay konusu yapıyorlar, bunun haberini yakında alacaklar. Mehdi (a.s.)’ı alay konusu yapıyorlar, yakında haberini alacaklar. Hz. İsa (a.s.)’ı alay konusu yapıyorlar, yakında haberini alacaklar. Kıyameti alay konusu yapıyorlar, yakında haberini tam anlamıyla alacaklar. Yani çok doyurucu şekilde alacaklar. İslam’ın dünyaya hakimiyetiyle ilgili alay ediyorlar, onun haberini yakında alacaklar.

Hızır'la ilgili alay etmeye kalkıyorlar kendilerince. Ama Hızır pek alay ettirmez kendini. Onu söyleyeyim yani. Mehdi'yle belki. Çünkü şefkatlidir Mehdi. Hazreti İsa da çok şefkatlidir. Ama Hızır'ın yani tahmin ettikleri gibi birisi değil Hızır. Metotları biraz farklı. Metotları değişiktir. Çünkü o Kur'an'a göre hareket etmiyor Hızır. Hiçbir şeriata göre hareket etmiyor. Kendinin özel şeriatı var. Ona uyuyor. Yani öyle o tip bir hareket kimsenin haddine olmuyor yani. Hızır'dan yani söyleyeyim mi, söylemeyeyim ama mesela Masonlar çok korkarlar. Yani acayip korkarlar ama delice bir korkuyla korkarlar. Yani bu kadarını söyleyeyim.

Hızır da duvarcı ustasıdır. Onu ayrıca söyleyeyim. Duvarcı ustasıdır. Kur'an'da biliyorsunuz duvar yapıyor. Duvarcı ustasıdır. Masonlar da duvarcı ustasıyız diyorlar ama asıl duvarcı ustası Hızır Aleyhisselam'dır.

ALTUĞ BERKER: İki öksüz çocuğun duvarını yükseltti.

ADNAN OKTAR: Evet. Ücretsiz duvar yapıyor. İnşaAllah. Masonlar ücretle yaparlar. İnşaAllah. “Hani Rabbi Musa'ya seslenmişti; “Zulmetmekte olan kavme git”. Cenab-ı Allah da Mehdi'ye vahiy edecek, kalbine ilham edecek, Zulmetmekte olan ateistlere Darwinistlere, materyalistlere, Kim onların içinde zulmediyorsa, Onlardan yanlış yolda olanlara git tebliğ yaptığın Allah vahyedecek ve Mehdi'yi İstanbul'a gönderecek. İnşaAllah. Nasıl Hazreti Musa'yı da değil mi ilgili yere Firavun'un sarayına gönderdiyse, o zamanki darwinistleri, materyalistleri darmadağın ettiyse, gösterdiği mucizeyle. Değil mi?

Hazreti Musa'nın ilk yaptığı evrim düşüncesini ortadan kaldırmak oldu. İlk gösterdiği odur. Asasını attı, atar atmaz asa yılana dönüştü. Böylece yaratılışı ispat etmiş oldu, gösterdi. O zaman bütün Firavun'un takımı evrime inanıyorlardı. Yani Darwinist kafadaydılar hepsi. Nil’in çamurlarından insanların, hayvanların, bitkilerin tesadüfler sonucu oluştuğuna inanıyorlardı. Hazreti Musa da yaratılışı savunuyordu. Allah'ın yaratılışı savunuyordu. İlk tartıştıkları konu bu oldu. Ve attığında asa hemen normal, üreyen, yemek yiyen, yılana dönüştü. Bunu gördüğünde o darwinist, materyalist kafadaki olanlar, evrimci kafada olanlar dümdüz oldular. Konu bitti. Değil mi?

“Zulmetmekte olan kavme git.” Mehdi'ye de böyle ilham edilecektir. Allah tarafından. O da İstanbul'a gelecektir. “Firavun'un kavmine, Firavun kavmine hala sakınmıyorlar mı? Dedi ki Rabbim gerçekten beni yalanlamalarından korkuyorum.” Mehdi de yalanlanacaktır. “Göğsüm sıkışıyor, dilim dönmüyor.” Şimdi Mehdi bütün peygamberlerin bir özetidir. Hz. Musa'ya çok benzer. Hz. İsa'ya çok benzer. İbrahim'e çok benzer. Yusuf'a çok benzer. Onların hayatına da hayatı çok benzer. Yani hepsinin bir karışımı gibidir.

Bakın “göğsüm sıkışıyor, dilim dönmüyor”. Mehdi de heyecanlı bir insan. Onun da zaman zaman konuşma gücünü kaybedeceği, dilinin dönmeyeceği anlaşılıyor. Aynı Hazreti Musa gibi olduğu anlaşılıyor. Çünkü heyecandan kaynaklanan bir konuşma tıkanması olacağı zaman zaman anlaşılıyor. Hatta diyor “sağ elini depretir, vurur. Sol dizine, sol tarafına vurur.” Yani elini hareketlendirir. Yani sağdan sola doğru elini hareketlendirir. Depretir diyor. Yani konuşma güçlüğü çektiği vakit diyor. Konuşma güçlüğü neden olur? Heyecandan olur. Hazreti Musa'da neden oluyor? Heyecandan oluyor.

“Dilim dönmüyor. Bundan dolayı Harun'a da elçilik görevini bildirmesi için Cibril'i gönder.” Hazreti Mehdi'ye Cenab-ı Allah kimi gönderiyor? Hz İsa (as) gönderiyor. Aynı şey, aynı durum yani o küfre karşı ona yardımcı olarak da Cenabı Allah Hz İsa (as) gönderiyor. Pelin uslu uslu dinliyorsun beni. Hiç aklına soru geliyor mu? Merak etmiyormusun? Bir şey mesela şu hocam nedir de anlattıkların içinde bir soru bul.

MİSAFİR: Şu anda yok.

ADNAN OKTAR: Bulacaksın 15 dakika müsaade var. O geçen 15 dakika bir 15 dakika daha ilave ettim sana. Şimdi etti yarım saat. Yarım saatte program biter. İnşaAllah. Bakın “dedi ki; “bunu ve kardeşini oyala.”. Bunu diyorlar, Hazreti Musa'ya hitap olarak. “Ve kardeşini oyala. Şehirlere de toplayıcılar gönder.” Bütün uzman, bilgin, büyücüleri sana getirsinler. O devrin Darwinist, materyalist, ateistlerini bir araya getirsinler. Yani ilmi bir panel, toplantı gibi bir şey ayarlıyorlar. Hazreti Musa ile tartışmaları için. “Böylelikle” bakın, “bilgin büyücüler.” Darwinistler de bilgin büyücüdür ahir zamanda. Değil mi? Yani o devrin bilgin büyücülerin karşıtıdır. Yani şimdi onlar da bir nevi insanlara ilmi anlamda büyü yapıyorlar. Yani sanki gerçekten varmış gibi, gerçekten bir fosilleri varmış gibi, gerçekten bir delilleri varmış gibi, sanki proteinler tesadüfen meydana giriyorlarmış gibi, değil mi? Böyle uydurma izahlar yapıyorlar.

“Böylelikle büyücüler bilinen bir günün belli vaktini bir araya getirildi.” Mesela bugün nasıl oluyor? Kur'an'ın bu hükmü nasıl oluşuyor? Televizyonla oluşuyor. Bilgin büyü etkisi yapabilen bilim adamları bir araya geliyorlar. Müslümanlarla karşılıklı tartışıyorlar. Anti-darwinistlerle. Mesela siz çıktınız tartıştınız. Bizim çocuklar değil mi? Ben de gitmiştim tartışmıştım. Bakın burada ne isteniyor? Vakit insanların en kalabalık olacağı, en çok dikkatlerini vereceği vakit isteniyor. Bir. Ve geniş kitleye yönelik olmasına dikkat çekiliyor. Yani çok fazla insanın bunu dinlemesini isteniyor. Televizyonlarda bu ne yapılıyor? Çok geniş bir insan kitlesi seyrediyor değil mi? Hangi vakit? En iyi vakit. Yani insanların en çok toplanacağı vakit esas alınıyor.

Belki hanım sana yazı gelmiş, merak ediyor tabii. Zor bir şeymiş yani en iyi ne varsa ne yoksa anlatayım. Ver bakalım şu yazıyı bana. Evet hocama bir internet adresi verilmiş. MSN adresi. İsterse söyleyebilirim. Bak “böylelikle büyücüler bilinen bir günün belli vaktini bir araya getirildi. Ve insanlar da siz de toplanıyor musunuz dendi?” Demek ki, geniş kitlelere iyi bir saatte, toplu bir ilmi gösteri yapılmış oluyor. Mesela büyücüler o devrin mantığını, felsefesini, din anlayışını savunuyorlar. Hazreti Musa'da Hakkı ve doğruluğu savunmuş oluyor. Ama Cenab-ı Allah vakit dar olduğu için mesela vakit dar olduğu için, mesela şimdi biz darwinizm, materyalizm anlatıyoruz, gerçi çok çok etkili oluyor ama vakit alıyor. Allah o devirde kısa, kesin, net, tek vuruşla bitirecek gibi yapmış Cenab-ı Allah. Mesela Hz. Musa'nın asasını atmasıyla birden yılana dönüşüyor. Şimdi yaratılışı uzun uzun anlatmak yerine, çok kısa bir an içerisinde evrimin olmadığını Allah göstermiş oluyor.

 Bir anda yani Allah'ın yaratma gücü. Mesela insanlar diyor ki, “canlılar nasıl oldu?” İşte görün. Aniden bir anda yapıyor Allah. Mesela Hz. İsa (as) zamanında da yine evrim düşüncesi vardı. Hz. İsa da kuş biçiminde çamurdan bir şey yaptı. Üfürdüğü anda anında kuşa dönüştü. Bir anda oradaki evrim düşüncesi yok oldu. Ama o devrin şartlarından dolayı Cenab-ı Allah böyle bir kolaylık sağlıyor. Bu devirde de şimdi internet ve bilim var. Bilimin bütün imkanları var. Bilim aynı Hz. Musa’nın asası gibi oldu. Bunların başına bilimleri attın mı mutlaka bunları yutuyor. Bütün uydurduklarının, yalanlarının.

Bakın diyor ki, “Hayır dediler. Biz atalarımızı böyle yaparken bulduk”. Adamlara sorduğumuz Darwinistler Darwinizmi böyle öğrendik, bize daha önce hocalarımız bunu öğretti diyorlar. Yani nereden çıkarttınız dediğimizde. Onlar da atalarımız böyle diyorlar. “Dedi ki; “şimdi neye tapmakta olduğunuzu gördünüz mü?” Bir anda alt üst etmiş oluyor. Yok yok etmiş oluyor fikir sistemini. “Hem siz hem de eski atalarınız. İşte bunlar gerçekten benim düşmanımdır. Yalnızca alemlerin Rabbi hariç.” Yani bütün put düşüncelere, bütün put inançlara ben karşıyım diyor.

“Ki beni yaratan ve bana hidayet veren O'dur. Beni yediren ve içiren O'dur.” Yani ben kendimi yiyip içmiyorum diyor. Bak yeme ve içme fiilini yapan o diyor. Mesela adam kaşık alıp yemeni yiyor. O yeme fiilini, görüntüsünü tamamını meydana getiren Allah'tır. Yani bir insan “ben yemek yedim” diyemez. Allah yedirir. “Bana içiren odur.” Mesela geçen günlerde dedim mesela ıhlamur ben içiyorum. Allah havaya kaldırıyor fincanı. Yaklaştırıyor ve bana içiriyor. Elimi vesile ediyor. Elin varmış gibi göstertiyor Allah.

Halbuki elimi beynimde yaratan Allah. Elim dışarıda var ama saydam. Atomun yapısından dolayı saydam. Daha önce de söylemiştim. Ama o saydam olan elimle muhatap olmuyorum ben. Beynimdeki görüntüyle muhatap oluyorum. Beynimde yaratıyor Allah içme olayını. Dolayısıyla bakın bu havaya kaldırdığında mesela buradan getirip Allah bunun içine bak döküyor. Bu dökme işlemini Allah yapıyor. O zaman bunu bak geri yerine koyuyor Cenab-ı Allah. Elimi vesile ediyor ve ben bunu geri buraya koyuyorum.

Ama Pelin bunu bilmiyor olabilir. Şimdi sen beni seyrediyorsun burada. Ben senin beynin içinde bir görüntüyüm. Bu doğru mu?

MİSAFİR: Doğru.

ADNAN OKTAR: Doğru değil mi? Sesim de beynin içinde bir görüntüyüm. Bu doğru mu? Doğru değil mi? Sesim de beynin içinde oluşuyor. Bu da doğru. Sesimi beynin içinde duymuyor musun?

MİSAFİR: Evet.

ADNAN OKTAR: Bu da doğru.

MİSAFİR: Beynim sayesinde duyuyorum.

ADNAN OKTAR: Şimdi bak benim sessiz dalgalarım bir geliyor. Kulağına geliyor. Kulak duymaz. Kulak sadece... Onu beynine iletir. Kulak sadece onu beynine iletir. Dolayısıyla beynin içinde duyuyorsun. Beynine gelen elektrik akımını beynin içinde duymuş oluyorsun. Mesela şimdi sen su içtiğinde su bardağı beynin içinde mi oluşuyor dışarıda mı var?

MİSAFİR: Beynin içinde mi?

ADNAN OKTAR: Gene beynin içinde oluşuyor tabii. Yani dışarıdaki bardaktan sen muhatap olmazsın. Dışarıda var ama o saydam.

MİSAFİR: Ama bardak var.

ADNAN OKTAR: Bardak var dışarıda var. Ama senin muhatap olduğun bardak beynin içindeki bardak değil mi? İkisi de aynı bardak. Ama senin asıl gerçek hayatta birebir muhatap olduğun, yaşadığın bardak dediğin şey beynin içindeki görüntü. Dışarıdaki bardakla muhatap olmuyorsun sen. O ayrı bir cisim olmuş oluyor. Senin yaşadığın alem çok önemli. Sen beynin içinde gördüğün bardağa “bardak” diyorsun. Bardağın tadı beyninin içerisinde oluşuyor. O da beynin içinde oluşuyor. Tutma hissi o da beynin içinde oluşuyor. Dolayısıyla bunların tamamını yaratan Allah olduğu için sana o bardağı içiren, yemek yediğinde yediren Allah'tır. Tamamını Allah yaratır.

Dışarıdaki maddeyi de, onu da “ben yarattım” diyor Allah. Ama o da bir gölge varlıktır. Yani bizim anladığımız anlamda değildir atom yapısı. Yani atom enerjinin yoğunlaşmış hali. Yani yoğunlaşmış enerji. Dolayısıyla atoma biz eğer normal gözle bakabilmiş olsaydık, aslında sadece bir kere karanlığı görecektik. Belki karanlığı kaldırmış olsak bile maddenin saydam olduğunu görecektik. Çünkü atom birbirinden çok uzak yapılısı. Yani nötron, proton ve elektronun birbirinden uzaklığı çok fazla.

O yüzden böyle yani kevgir gibi yapısı. O uzaklıktan dolayı saydam görünüyor. Bir de renk yok dışarıda. Rengi de beyin algılıyor. Yani beynin yorumu. Yani yeşil, kırmızı gibi bir şey yok dışarıda. Renk yok bir kere dışarıda, ışık yok. Dalgalar var, sadece dalga var. Dalgayı beyin ışık olarak algılıyor. Yani mesela güneşe baktığımızda güneş normalde simsiyah karanlıktır güneş. Güneş sadece ışık ışınları gönderiyor. Biz o ışık ışınlarını dalga olarak alıyoruz. O dalgaları beynimiz ışık olarak algılamış oluyor. Yani dışarıda öyle bir şey olduğundan değil. Bunu biliyor muydun sen?

MİSAFİR: Hayır. Sizden öğrendim.

ADNAN OKTAR: Bakın modern bilimin de tespit ettiği bir gerçek bu. Yani bu konuda bütün bilim adamları ittifak halindeler bu şekilde olduğu konusunda. Mesela ben seninle şu an konuşuyorum. Ben senin beynin içinde konuşuyorum Doğru mu bu?

MİSAFİR: Anlattıklarımıza göre evet deminkilerden yola çıkarak gidersek.

ADNAN OKTAR: Şimdi ben seninle konuşurken, ben de beynim içinde seninle konuşuyorum Mesela “Pelin” dediğimde beynim içinde bir sevimli görüntü oluşuyor. Onunla muhatap oluyorum. Yani benim elimle senin elin aynı yerdeyiz. Yani benim yüzümle senin yüzün aynı yerde. Beynimin içinde. Tabii yani ayrıca bilimsel bir gerçek. Mesela ben şu an karşındaki gibi konuşuyorum. Mesela bir metre falan uzağındaymış gibi. Öyle değil. Tam anlamıyla senin içindeyim. Yani iç içe konuşuyoruz şu an. Yani senin sesinle benim sesim aynı yerde oluşuyor. Yani ayrıca bu hiç kimsenin reddedemeyeceği bilimsel bir gerçek. Yani dinsizliğin dindarlnda reddedemeyeceği bir gerçektir.

ALTUĞ BERKER: Rüyadaki gibi.

ADNAN OKTAR: Evet rüyadaki gibi. Rüyada da böyle konuşmuyor muyuz karşılıklı. Ama aynı yerdeyiz. Doğru mu? Ama sanki uzaktaymışız gibi görünüyor değil mi? Bu dünyada öyle rüyadır. Aynı şekilde, rüyadan rüyaya geçilir ama daha net bir rüyadır. Ölüm anında da daha net bir rüyaya geçeceğiz. Ama yine rüya şeklindedir. Bu şekildedir. Allah'ın yarattığı sistem bu. Buradaki açık bak. “Yediren ve içiren odur.” Dediği o Cenab-ı Allah.

“Hastalandığım zaman bana şifa veren odur.” Mesela doktora gidiyor. Doktor da beynin içerisinde yaratılır. İlaç alıyor. Şu kadarcık küçük bir şey. Beynin içinde beyaz bir şey gösteriliyor. Hap diye. Halbuki beynin içinde beyaz bir şey gösteriliyor, hap diye. Halbuki beynin içinde o bir görüntü dikkat edersin. Onun yuttuğu gösteriliyor, o ilaçtan iyileştiğini zannediyor. Halbuki ilaçtan iyileşmiyor. Allah ilacı ona sebep ediyor. Yani doğrudan o iyiliği, şifayı meydana getiren Allah'tır. Halk mesela aspirin içti mi yahut gripin içti mi o geçiriyor zannediyor. Böyle bir şey mümkün değildir.

MİSAFİR: İyileşeceği varsa da iyileşir. İçmesine gerek yok mu o zaman?

ADNAN OKTAR: Hayır sebebe sarılacak onlar var. Mesela ben bunu ıhlamuru elimi uzatmama niyet etmem lazım. Elimi uzattığıma dair bir his veriliyor. Yani elimi uzattığıma dair bir his veriliyor. Mesela bardak bana yaklaştırılıyor. Ben buna niyet ediyorum. Ama cennette sistem böyle değil. Mesela ben bardağı içme hissini, bu hissi duyduğumda o bardak bana yaklaşır. Yani elimi ait hisse gerek kalmaz. Elimi uzatma hissime gerek kalmaz. Direkt gelir yani yaklaşır.

MİSAFİR: Düşünce gücüyle yapmak gibi.

ADNAN OKTAR: Evet, evet. Sanki elin varmış gibi direkt yaklaşır. Zaten şimdi mesela elin burada dururken et kemikten oluşan bir cisim değil mi yani? Et kemikten oluşan bir cisim. Et, kemik söz dinlemez normalde. Yani kasaptan gelen bir ete biz desek ki, “et hadi hareket et” desek etmez. Bir şey yapmaz et. Ete emir veren ruh var. İşte o Allah'ın ruhu. Yani bize Allah'ın üfürdüğü ruh. Mesela ete diyoruz ki, “kaldır elini” diyoruz. Kaldırıyor et havaya. Kaldırıyor. “Bardağı tut” diyoruz. Tutuyor. Ama o bize öyle göstertiriyor. Beynimizin içerisinde öyle göstertiriyor.

MİSAFİR: Ama mesela iyileştiren Allah. Hastayı iyileştiren Allah. İlacı içse de içmese de iyileşeceği varsa eğer iyileşecek. Ama ilacı içse de iyileşmeyecekse iyileşmeyecek ne kadar ilaç içse de. O zaman iyileşeceği varsa ilaç içmesine gerek yok mu yani?

ADNAN OKTAR: Sebep çok önemli. Yani bütün sebepleri kullanması lazım insanın. Mesela soğukta insan hasta olur. Soğuğa karşı giyinmesi gerekir. Mesela yemek yemediğinde hasta olur. Yahut ölebilir. Mutlaka yemek yemesi lazım. Yani Allah o sebebi ister bizden. Allah mükemmel bir sebep sanatı meydana getirmiştir. Sebep silsilesi meydana getirmiştir. Bütün sebeplere sarılması lazım. Mesela saçı taramasan saç düzgün görünmez. Mesela bütün elbiseleri Allah yaratır.

Mesela “sizi giydiren” diyor Allah. Mesela “yediren, içiren Odur” diyor Allah. Giyimi meydana getiren de Allah'tır. Yani “size giyimlikler var ettik” diyor mesela ayette. Giydiren dediğim o yani. Size giyimlik var ettik. Mesela elbise konfeksiyon atölyesinde yapılıyor gibi gösteriyor Allah. Ama bizim beynimizin içinde oluşur elbise. Her insan beynindeki elbiseyi giyer. Dışarıda hiçbir elbise giyemez. Dışarıdaki hiçbir arabaya binemez. Mesela arabaya bindiğinde arabayı da gidiyor görüntüsü verir Allah sana. Sen gittiğini zannedersin. Beynin sana verdiği bir algıdır o.

Elips bir ekran var bak dikkat edersen önümüzde. Dışarıda bir araba vardır ama onlar bizi hiç Allah muhatap etmez. Hep onun görüntüsüyle biz muhatap oluruz. Yani dışarıdaki cisimle hiçbir insan muhatap olamaz. Yani mümkün değil. Bir adeta monitörden yani bir televizyon ekranından beynin içerisinde sürekli seyreder insan ve o televizyon ekranda ne kadar biliyor musun olduğu yer şu kadar falan toplam beyninde şu kadar falan şu kadarcık bir et parçası içinde kan geçen küçücük bir et parçası. Bütün alem, dünya, hayat hepsi orada oluyor. Mesela güneşe aya bakan adam diyor ki, “ay ne kadar güzel bugün diyor. Dolunay olarak açmış diyor” aya bakıyor. Aya baktığında beyninin içindeki ayı mı görür dışarıdaki ayı mı görür?

MİSAFİR: O zaman beyninin içindeki ayı görür.

ADNAN OKTAR: Beynindeki ayı içindeki tam onu görüyor. Yani hiçbir kimse dışarıdaki ayı göremez. Ayın gerçeğini göremez. Vardır ayın gerçeği fakat göremez.

MİSAFİR: Saydam mıdır?

ADNAN OKTAR: Tabii ki, dışarıda maddenin tamamı saydam. Yani yapısından dolayı mecburen öyle olması gerekiyor. Yani nötron, proton, elektron birbirine uzaklıklarından kaynaklanıyor. Bir de ışık yok dışarıda. Zifiri karanlıktır dışarısı. Simsiyahtır. Ses hiç çıt yoktur dışarıda. Ses diye bir şey yoktur. Ses de beynin yorumu. Yani dalgaları elektrik akımına çeviriyor biliyorsun beyin. O elektrik akımını beyin ses olarak alıyor. Yani beyin öyle yorumluyor elektriği. Beyine görüntü de elektrik akımı olarak geliyor. O elektrik akımını beyin görüntü olarak yorumluyor.

Her kulak sağırdır. İnsanın kulaklarını hiçbiri duymaz. Beynin içindeki kulak duyar. Yani ruh kulağı duyar. Hiçbir göz görmez. Bütün gözler kördür tamamı. Hiçbir göz görmez bütün gözler kördür tamamı. Yani iki gözü de kördür insanın. Beyninin içindeki göz görür. Yani ruh gözü görür. Beyin insan gözü görmez. Yani nasıl görsün ki iki tane kamera zaten bu göz yani sadece kamera etten oluşmuş kameradır. Bu kameralar görüntüyü elektrik enerjisine çeviriyor. O kadar. Başka bir özelliği yok. Beyne götürüyor. En sonunda şuur merkezine geliyor. Şuur merkezinde o konu görüyor.

MİSAFİR: Peki bu şuur merkezi için bu anlattıklarınızdan şöyle bir şey çıkarabilir miyiz? Bu şuur merkezi dediğiniz bu küçük parça bedenle ruhun bir iletişime geçtiği bir yer. Yani ikisinin birbirine dokunduğu bir nokta mı? Gibi söylenebilir mi yani?

ADNAN OKTAR: Allah şuuru bir sebep olarak yaratıyor. Bakın sebep çok önemli. Allah'ın bir sebep sanatı vardır. Nerede buluşuyor dediğimizde işte Allah o şuurdaki adres burası oluyor. O küçücük et parçası oluyor. Orada buluşuyor diyor. Orada gösteriyorum diyor Allah. Yani sebep olarak yaratıyor. Sadece sebep evet. Yani bir kere muazzam bir sebep silsilesi meydana getirmiştir Allah. Mesela ben sana Kur'an'ı uzatıyorum. Allah uzatıyor normalde. Ama biz uzatıyormuşuz gibi görünüyor.

Mesela açıyorum sayfayı. İlgili sayfa çıkıyor, Allah açar o sayfayı. Okuyup konuşmaya başlıyorum. Allah konuşur. O sesi Allah meydana getirir. Yani biz beynimizin içinde Allah'a teslim olmuş ruhuz. Yani başka bir özelliğimiz yok bizim. Dışarıda da cisim olarak bedenimiz var. Ama zifiri karanlıktır dışarısı da. Bu konunun aksini savunan hiçbir bilim adamı yok zaten şu an dünyada. Yani dinsiz olsun, dindar olsun hepsi bunu kabul ediyor. Net, gerçektir. Ama toplumun milyonda biri biliyor bu gerçeği. Yani milyonda biri ancak biliyordur. Çok az insan biliyor.

Mesela kavga ediyor adam, beynin içindeki kişiyle kavga eder insan. Yani hiçbir zaman dışarıdaki kişiyle kavga edemez. O kavgayı Allah yaratır. Mesela öfkeleniyor, bağırıyor, çağırıyor. Paracıklarım gitti diyor, evim yandı diyor. Beyninin içinde yanar paracıkları, evi falan. Mesela dolarlarını sayan beyninin içindeki doları sayar. Dışarıdaki dolarla hiçbir şekilde bağlantı kuramaz. Yani gözünden gelen elektrik akımı o dolarların görüntüsünü beynine taşır. Beyninde o elektrik akımı dolara dönüşür. Yani görünür, görüntü olarak ruhu onu görür. Beynin içindeki hayal olan dolarlarla muhatap olur insan. Hiçbir şekilde gerçeğine buluşamaz.

MİSAFİR: Peki adam evi yandığı için ağlarken kendi beynin içindeki evine ağlıyor. Fakat dışarıdaki ev de yanıyor o sırada.

ADNAN OKTAR: Tabii dışarıda ev var tabii. Yani dışarıda vardır. Ama o zannettiği gibi mesela o yanmayı o görse mesela normalde yanma parlak ışıklı yanıyor ama dışarıdaki yanma o tarzda olmuyor.

MİSAFİR: O nasıl peki? Bunu bilmiyorum.

ADNAN OKTAR: Yani simsiyah karanlık dışarıda. Yani zaten ışık vermiyor yanma. Öyle bir şey yok. Madde saydam. Zaten yapısı saydam. Mesela dışarıda siren sesi yok. Siren sesini beyin oluşturuyor. Beyinde oluşur. Mesela görüyor musun? Bir kere kırmızı beyaz ışık yanmış sönüyor. Kırmızı diyeyim bir şey yok dışarıda. Beynin yorumu kırmızı. Allah öyle harika olarak yaratmıştır. Ama dışarıdaki o madde de yine gölge varlıktır. Yani mutlak varlık Allah'tır. Yani o da bizim anladığımız anlamda bir madde değildir yani. O da gölge varlık olarak yaratılıyor. Sadece mutlak varlık Allah'tır. Allah da zamansız ve mekansızdır. Yani hem mekanın hem zamanın dışındadır. Biz zamanlı ve mekanlıyız.

MİSAFİR: Dolayısıyla algılayamıyoruz.

ADNAN OKTAR: Evet. İnsanlar aslında bu gerçeği bilmiyorlar o kadar. Yani ben Darwinizmi anlatıyorum ama mesela bu konuyu bilsin insan da Darwinist olman mümkün olmaz zaten. Yani çünkü bu Darwinizmin çok üstünde bir konu bu. Darwinizm bunun içinde erir kaybolur. Yani buhar olur böyle bir konuda. Adam muhatap dahi olamaz Darwinizm'de böyle bir şeyde. Çünkü Darwinizm ve diğer sapkın felsefeleri kökünden buhar haline getiren bir gerçek bu. Tabii. Ahireti, ölümü her şeyi anlar kişi o zaman. Allah'ın gücünü, cenneti, cehennemi hepsini anlar. Ama bu konuda şiddetli korktukları için bunu düşünmek istemiyor insanlar. Bir kısmının işine gelmiyor, bir kısmı korkuyor. Bir kısmı da hakikaten anlamıyor.

MUSAFİR: Olabilir. Yani herkesin algılama yetisi farklı sonuçta düzeyi.

ADNAN OKTAR: Yalnız ruh sahibi olan bunu anlar. Yani ruh sahibi olması lazım. Ruh sahibi olup bunu bilmemesi mümkün değil bir insanın. Eğer özel yaratılan bir varlıksa yani Allah onda ruh üflemediyse o fark edemez. Ölü varlıksa fark edemez. Her insan biliyorsun canlı değildir. Birçok insan ölüdür dışarıda gezen insanlar. Kur'an ayetinden belirtiliyor Allah. “Siz onları canlı zannedersiniz” diyor. Tabii. “Siz onları canlı zannedersiniz onlar ölüdürler” diyor. “Bilmezsiniz” diyor. “Yani gözünü gördüğünü zannedersiniz” diyor, Allah “gözü görmüyor onların” diyor. “Kulağını duyduğunu zannedersiniz, kulağı da duymaz onların” diyor.

MİSAFİR: O zaman bu tip insanlar anlamayan insanlar oluyor.

ADNAN OKTAR: Evet, anlamıyor. Yani anlamıyor değil ki anlayışsızlığından dolayı değil. Yani robot tarzında. Adam et ve kemikten oluşmuş bir varlık. O kadar yani başka bir şey değil. Üçüncü benden yani beynindeki üçüncü benden konuşuyor, hareket ediyor. Dolayısıyla sen de onu şuurlu zannediyorsun. Bazen insan rüyasından kalkar konuşur ya gördün mü sen? Konuşur normal mantıklı cevap verir. Mesela “nasılsın?” “İyiyim” der rüyasında konuşan adam. Ama normalde uyuyor adam. Haberi yok. Ne dediğinin haberi olmaz. Mesela hipnozda da adam uyuyor. Yani ölmüş oluyor hipnoza giren insan. Ölür. Yani ruhu gitmiş oluyor. Ölü olur hipnozdaki insan. Ayağa kalkıyor. Gözü açık.

“Beni görüyor musun?” diyorsun. “Görüyorum” diyor. “Ben kimim?” diyorsun. “Arkadaşımsın” diyor. Konuşuyor. “Nasılsın” diyor. “İyiyim” diyor. “Teşekkür ederim. Sen nasılsın?” diyor. Adam diyor ki, mesela karşısındaki adam “ben bir kaplanım”, diyor. Adam onu hakikaten kaplan olarak görüyor. Değil mi diyor. Görüyor musun şu an kaplan olduğumu? “Evet konuşan bir kaplanım ben” diyor. Hakikaten adam onu net olarak konuşan bir kaplan olarak görüyor. Emin oluyor ondan. Öyle bir şey olmadığı halde. Ama o anda işte o ölü. Yani Allah onu o şekilde gösteriyor. Uyandığında birdenbire bambaşka bir aleme geçmiş oluyor. Yani hipnoz yapanlar bilirler bu konuyu. Yaygındır bilinen bir konu. Sen bu konuyu daha önce hiç düşünmüş müydün Pelin maddenin bu yönünü?

MİSAFİR: Yok.

ADNAN OKTAR: Düşünmedin değil mi?

MİSAFİR: Hayır.

ADNAN OKTAR: Mesela insan isterse, beyninin içerisine geçse, şuuruna insan isterse çekilebiliyor. Yani şuurun içine çekilebilir. Şuurun içine çekildiğinde etin kemiğinin konumu ona değişik bir hale gelebilir. Bambaşka bir hale gelebilir insan. Yani adeta bir ruh olduğunu hisseder kendisinin. Tam anlamda bir ruh olduğunu hisseder. Yani görüntüden ibaret bir ruh olduğunu hisseder. Çünkü beynin içerisinde sadece görüntüyle muhatap oluyor insan. Dışarıdaki maddeyle şu ana kadar bağlantıya geçen hiçbir insan olmamıştır şu ana kadar. Yani Hz. Adem'in itibarıyla hiç kimse olmamıştır. Olamazdı zaten. Bir tek Allah bilir dışarıda maddenin aslını biliyor. İnsan bilmez. Ama bu gerçek çok detaylı anlatılıyor ki, benim kararlarım önümüzdeki yıllarda daha netleşecek. Daha çok insan kavramış olacak. Daha çok insan bu gerçeği bilmiş olacak.

ALTUĞ BERKER: Siz kitapları gönderdikten sonra bayağı bu konuda filmler çoğalmıştı hocam. Matrix gibi. Bu konuların özünü anlatmaya.

ADNAN OKTAR: Matrix'in yazarına kitap göndermiştim. Bu konuyla ilgili. Filmin yapımından iki yıl önce göndermiştim. Aynı o paralelde film yaptı adam. Aynı o mantığı işleyen.

ALTUĞ BERKER: Konuşma pasajlarında bile sizin anlattığınız şeylerden çok benzeri geldi düşünüyorum.

ADNAN OKTAR: Akılcı düşünen bu konuyu her şeyi çözer. Yani cehennemin çözer, cenneti anlar, ölümden sonraki hayatı anlar, mucizelerin nasıl olduğunu anlar her şeyi kavrayabilir ama Matrix seyretmişsin, orada aklına geldi mi o filmi seyrettiğinde böyle bir konu.

MİSAFİR: Yani evet doğrusu bu şeyler vardı filmde. Anlattıklarınız gibi maddeyi gördüğümüz anlamdan farklı anlamlar yüklendi filmde anladığım kadarıyla ama yani sizin söylediklerinizi daha önce duymadığım için, bilmediğim için böyle bir bağlantı kurmamıştım tabii ki.

ADNAN OKTAR: Ama Matrix’te demek ki? o imajı tam vermiyor o zaman. Yani bu anlattığımı tam oradan onu çıkaramıyor olabilirler. Yani bunun daha net anlatılması gerekiyor. “Kuledeki Küçük Adam” diye benim bir kitabım var, biraz hafif romanımsı. O kitaptan varsa sana onu verirsem oradan da çok iyi anlayabilirsin. Ama Yaratılış Atlası'nın bir bölümü bu konuya ayrılmış durumda. Çok detaylı. Sana Yaratılış Atlası vermiş miydim ben?

MİSAFİR: Hayır.

ADNAN OKTAR: Tamam bugün veririz, inşaAllah. Orada çok detaylı kapsamlar var. Açar mısın Berker o kısmı? MaşaAllah. Yaklaşık 7 kilo var değil mi? Ne kadar var sonlara?

ALTUĞ BERKER: Uyarı ile başlıyor hocam.

ADNAN OKTAR: Evet. Uyarı ne yazıyor orada Pelin uyarı kısmında?

MİSAFİR: Okuyacağınız bu bölüm hayatın çok önemli bir sırrını içermektedir. Maddesel dünyaya bakış açınızı kökten değiştirecek olan bu konuyu çok dikkatli bir biçimde ve sindirerek okumalısınız. Burada anlatılacak olanlar yalnızca bir bakış açısı, farklı bir yaklaşım veya herhangi bir felsefi düşünce değil, dinine inanan, inanmayan herkesin kabul edeceği bugün bilimin de kanıtladığı kesin bir gerçektir. Söyledikleriniz.

ADNAN OKTAR: Evet sonra konuya geçiyoruz. İnşaAllah. Tamam. Yerini de göstermiş olduk. Pelin bu kitap senin. İnşaAllah. “Bak din günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum da odur”, Müslüman tabi korkuyla ümit arasında oluyor. Allah'ın bağışlamasını istiyor. “Rabbim bana hüküm bağışla ve beni salih olanlara kat”, mesela güzel konuşmayı da Allah meydana getirir. Diyorsun ki “ne kadar güzel konuşuyor” diyorsun. Öyle bir şey olmaz. Hiçbir insan konuşamaz. Konuşmayı Allah yaratır. Görüntüyü Allah yaratır. Bu dediğim sistem içerisinde, demin anlattığım sistem içerisinde Allah yaratır.