Sayın Adnan Oktar'ın 15 Ocak 2010 tarihli röportajından Tur Suresi ile ilgili açıklamalar.
ADNAN OKTAR: Tur Suresi, Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla, “Tur’a andolsun. Satır dizili Kitaba, Yayılmış ince deri üzerine; Ma'mur eve, Yükseltilmiş tavana,” İkinci anlamları olarak bakarsak, “Satır dizili Kitaba,” Demek ki insanlar ahir zamanda kitaplarla tebliğ yapacaklar. Satır, satır dizilmiş kitaplarla. “Yayılmış ince deri üzerine;” Üzerleri deri kaplanıyor kitapların. Risale-i Nur Külliyatı da öyle, üzeri deri kaplamadır değilmi, bir yönü ile ona bakıyor ama tabii o zaman Kuran veyahut dini eserler o zamanki deri üzerine yazılıyordu. “Ma’mur eve,” mamur, ne demek, bak bakalım sözlük anlamı ne. Mamur, güzel, hoş, biçimli değilmi, mamur hale getirilmiş diyor, düzgün hale getirilmiş, “Ma’mur eve,” Evlerin güzel olması gerektiğine Kuran işaret ediyor. “Yükseltilmiş tavana,” Demekki basık tavan iyi bir şey değil. Evlerin tavanı yüksek olacak, Kuran buna işaret etmiş oluyor. Ama aynı zamanda Kâbe’ye bakan bir ayet anladığım kadarı ile inşaAllah. Bak, “O gün gök, sarsılıp çalkalanır.” Bak, Kıyamet anında, göktede, bulutlarda ve göğün yapısında, atmosferde delinme olacak. Tabii, mesela karanlıkda görünecek. Gökteki yapının bozulmasından kaynaklanan, direkt atmosfer görüneceği için, yırtılacak yani gökyüzü, inşaAllah. “O gün gök, sarsılıp çalkalanır. Ve dağlar bir yürüyüşle yürür.” Böyle bütün dağlar kum gibi hem eriyerek, hem dağılarak böyle tereyağı gibi eriyecek. Yani ocağa konmuş yağ gibi dağlar erimeye başlıyor ve “Ve dağları yerlerinden oynatan bir yürüyüşle yürür. İşte o gün, yalanlayanların vay haline.” Diyor Allah. “Ki onlar, 'daldıkları saçma bir uğraşı' içinde oynayan-oyalananlardır.” Bak “Ki onlar, daldıkları saçma bir uğraşı içinde...” Darwinizm’in saçmalığına da Kuran dikkat çekiyor. Bak, “...oynayan ve oyalananlardır”, hem oynuyorlar hem oyalananıyorlar, boş işle vakit geçiriyorlar. “Cehennem ateşine, 'küçültücü bir sürüklenme ile ' sürüklenecekleri gün;” Aşağılanarak götürülüyorlar, sürüklenerek, Kuran ona dikkat çekiyor. “(Onlara şöyle denir:) "İşte sizin yalanladığınız ateş budur." Hani Cehennem yok diyorlar ya, işte var diyorlar Melekler. Yani kastettiğiniz, sizin yalan dediğiniz ateş budur diyorlar, enselerinden tutup ateşin içine, Cehennem ateşinin içine koyuyorlar. Hani yok diyordu ya, bizzat görmüş oluyor, kanaati tam gelmiş oluyor, inşaAllah. Allah diyor ki: “Bu da bir büyü mü...” diyor. Bu ateş yani size öyle geliyor olmasın diyor Allah. “...yoksa siz mi görmüyorsunuz.” Diyor Allah.
Yani bir yanlışlık olmasın diyor, alay ediyor Allah onlarla, aşağılıyor yani değil mi. Hani diyorlarya, halüsinasyon, acaba hayalmi diyorlar, ateşin içine sokuyor, adam hayal diyecek hali var mı tabii. "Girin ona; artık ister sabredin, ister sabretmeyin.” diyor Allah. Hani adamlar sabretmiyor ya, sabretmeseniz de fark etmez diyor Allah. “Sizin için birdir. Siz ancak, yaptıklarınızla cezalandırılıyorsunuz. Hiç şüphesiz muttakiler, Cennetlerde ve nimet içindedirler; Rablerinin verdikleriyle 'sevinçli ve mutludurlar'.” Sevinç ve mutluluk… Müminlerin hiçbir rahatsızlığı yoktur. Ölüm anından itibaren başlar, sürekli rahattır Müminler. Yani ne Kıyamette rahatsız olurlar, ne Cehennemin kenarına getirilecek müminler, ne orada rahatsız olurlar. Hiçbir yerde, zaten yanlarında mihmandarları var, yani sürekli övülüyorlar zaten, Cennete girerken de Selam sizi deniyor böyle. Sevgi ile karşılanıyorlar. Yerlerine yerleştiriliyorlar. Cennet onlara tanıtılıyor, inşaAllah. Yani ilk geldikleri için hayret içinde oluyorlar. Allah orada onlara tanıtacak, Gılmanlar, Vildanlar var, Huriler var, onlar oraları onlara tarif ediyor, Cenneti, inşaAllah. “...Rableri, kendilerini 'çılgınca yanan Cehennemin' azabından korumuştur.” Mesela bu bir nimet olarak verildiğini belirtiyor Allah bunu. Cehenneme gitmedikleri için seviniyor müminler. "Yaptıklarınızdan dolayı afiyetle yiyin ve için." İstedikleri kadar yerler, asla doymazlar. Şimdi iki tabak yemek yedi mi doyar millet, ondan sonra üzerine karbonat-marbonat alıp değilmi, canı yanıyor, rahatsız oluyorlar. Şu meyvelere bakınca ben… Getir şu meyveleri Oktar yine gözümün önüne yaklaştır bana. Şimdi 1913-1915 yani yaklaşık, o şey değil yani Çanakkale’nin zemini 1913’lerde oluşmuş oluyor, 1915’te zafer kazanıldı. Ama mühim olan o yaklaşık tarihi vermiş olması anlaşıldı mı? İnşaAllah. “İman edenler ve zürriyetleri kendilerini imanda izleyenler...” Bak, iman edenler, zürriyetleri. Mesela babası, annesi, kardeşleri, çocukları.“...kendilerini imanda izleyenler...” Talebeleri, bak, “...kendilerini imanda izleyenler...” Mesela Mehdi (a.s) ve talebeleri, Resulullah (sav) ve talebeleri, değil mi, ümmeti, tabii. Bak, “...kendilerini imanda izleyenler; Biz onların zürriyetlerini de onlara katıp-ekledik.” İlave onlar da oradalar. “...amellerinden hiçbir şeyi eksiltmedik.”
Her şeyin karşılığını tam, güzel verdik diyor Allah. “Her kişi kendi kazandığına karşılık bir rehindir.” Biz Allah’a rehiniz, inşaAllah. “Onlara, istek duyup-arzuladıkları meyvelerden ve etten bol bol verdik.” Her yerde ızgara ocakları olacak Cennet’te, inşaAllah. Böyle kolestrol falan yok. Ne nefis etler böyle, değil mi, yersin, içersin, hatta mesela kuşa da işaret ediyorlar, hemen orada kızartıp yiyiyorsun kuşu, sonra onu yeniden kuşa bir işret yapıyorsun, kemikler toparlanıp yeniden uçuyor kuş, aynı canlılığı ile yeniden karşına geçiyor. Yani gece-gündüz yiyor, asla doymaz. Yani sistem tamamen değişiyor. Fizik ve kimya kanunlarını tamamen değiştiriyor Allah, ayet var. “Yepyeni bir yaratılışla yaratacağım,” diyor Allah. Bizim alıştığımız sistem ile değil. Nasıl rüyamızda biz yemek yediğimizde, ne kadar yemek yersek yiyelim doyar mıyız, doymayız, orada da öyle işte. Yani bir Allah’ın sırrı var, ben onu zaman zaman anlatıyorum, bir yönü ile anlatıyorum, maddenin hakikatini anlatıyorum. Yani madde dışarıda vardır ama görüntü olarak vardır. Yani şey olarak, saydam bir madde olarak vardır, cam gibi saydamdır ve yoğunlaşmış enerji olarak vardır madde dışarıda. Enerjinin yoğunlaşmasından oluşur ve saydam ve siyah-beyazdır. Renk yoktur dışarıda. Ama ışık verirsen de, siyah-beyaz görülür, inşaAllah. Bizim beynimizde renkli görüyoruz. Cennet’tede yani bir şeyi hayal ettiğimiz an, anında oluşur. Mesela sen şimdi kafanda bir portakal hayal ettiğinde hemen oluşuyor mu? Beyninde, istersen oluşturursun. Yani gözünü kapattığında insan nasıl…Tabii, mesela bir şehir düşünüyoruz, kafamızda hemen şehir manzarası oluşuyor. Binalarıyla, yollarıyla, yani hiç hayatta görmediğimiz bir şeyi bir anda beynimizde meydana getirebiliyor muyuz? Mesela diyorsun, Paris’te bir sokak düşüneceğim diyorsun, zınk kafanda anında oluşturuyorsun. Pencere pervazları bilmem ne, bütün detayları ile oluşur anında. Mesela güzel bir meyvayı kafanda, güzel bir sofrayı kafanda canlandırdığında hemen oluşuyor. Hatta milletin ağzı sulanıyor, hatta yutkunuyor. İşte Cennet’te de öyledir. Kafasından geçirdiği an, rüyanda nasıl oluşuyorsa, kafanda nasıl oluşuyorsa, mesela onu Allah zaten burada kasten Dünya’da yaratıyor. Yani sistemi anlamamız için yaratıyor. Yani bir insan düşündüğünde bir şey hemen nasıl oluyor, aynı şekilde olur. Mesela kuşu görüyorsun, kızarmış halini düşünüyorsun, değil mi, hemen o kızarmış hali oluşur işte karşında. Ama zaten bu sistem bu Dünya’da şu an var zaten. Ama flu olarak var, çok flu olarak var. Cennet’te net olarak olmuş oluyor sistem. Sonra o kuş, mesela kemiklerine bakıyorsun, bu toparlanmış olarak hayal ettiğinde hemen toparlanıp, uçuyor, anlaşıldı mı? Oradaki eşya, madde her şey hareketlidir. Yani zaten normal halide budur aslında, böyle olması lazım, yani bu Dünya’daki sistem olağan üstü halidir. Yani mesela Dünya’da tozun oluşması, kirin oluşması mucizedir, olmaması lazım normalde, mucize olarak oluyor. Yani normal Adetullah’ta madde asla yaşlanmaz, ölmez ve kirlenmez ve hastalanmaz. Hastalanma mucize olarak oluyor. Yani şimdi rüyasında bir insan mikrop kapıyor, hastalanıyor. Makul mü bu? Yani mikrop yok ortada normalde değil mi, olmadığı halde hastalanıyor adam.
Mesela araba geliyor, araba geliyor çarpıyor rüyasında, adam hastanelik oluyor, kafası-gözü yarılıyor, cankurtaran ile hastaneye götürüyorlar, değil mi, var mı öyle bir şey, yok. Cennet’te bu sistemi Allah dolaylı olarak, bunun benzeri bir sistemi yaratacak. Ama tabii her zaman dışarıda bir maddenin aslı vardır, her zaman vardır. Ama bir gölge varlık olarak vardır. Yani bir yoğun enerji olarak vardır. Fakat biz asla ve kesinlikle onun asıl gerçeğini göremeyiz, Allah görür. Biz, Allah’ın bize gösterdiği kadarını görürüz, her insan. Mesela Dawkins diyor ki, ben diyor laboratuvara girdim, araştırma yapıyorum diyor. Kafasının içinde Allah’ın ona gösterttiği laboratuvarın dışında hiçbir yere giremez o. Haberi bile yok o elma yanağın. Tabii, o elma yanak işte kiraz kulak ortada geziyor böyle. Dışarıdaki laboratuarı da Allah yaratır, yani o yoğunlaşmış enerjiden meydana gelen laboratuvarı. Fakat o, onun aslını asla göremez. Allah’ın ona gösterttiği görüntüsünü görebilir. Ama Allah dışarıda “Ben yarattım” diyor. Dışarıda bir varlığı vardır. Yani şeylerde mesela Sufi düşüncede, mesela bazı tasavvuf ekollerinde, dışarıda maddenin aslı hiç yoktur derler. Dışarıda aslı vardır, fakat gölge varlık olarak, yani saydam, yani atomun yapısından kaynaklanan bir özellik gösterir bu. Çünkü nötron, proton, elektron bunlar birbirlerine uzaklıkları çok şiddetli, yani çok çok fazla. Yani böyle kevgir gibi, makul olarak da saydam görünüyor o zaman görüntü. Yani siyah-beyazdır. Ama bakın, şimdi biz burada bakıyoruz, rengârenk, maşaAllah. Kara kara, böyle bazen İstinye’ye gidiyorum, orada güzel bir manav var boydan boya, nefesim kesiliyor yani maşaAllah. Evet, oranın çok efendi de bir sahibi var, böyle çok beni sever, ben de onu çok severim böyle. Yine bir Doğulu bir sahibi daha var, ortağı, o da müthiş efendi bir insan böyle. Güneydoğu’nun, Kürt kardeşlerimizin o nezaketi, efendiliği, insancıllığı, muhteremliğini güzel yansıtan bir insan maşaAllah. Hep öyledir Güneydoğu. Öbür ortağı da, o da çok nezih insan. Orada ben bizzat kendi elim ile seçiyorum meyve olduğunda, yani acayip zevk alıyorum. Görüntü dehşet, şahane... Dehşet demeyeyim de Allah affetsin, işte hepsi çok çok güzel. Mesela şu çilek, her gördüğümde, böyle bir insanın içi eser. Toprağın üzerinde, çamurlu arazide bunlar böyle kırmızı kırmızı, boncuk gibi, gıcır gıcır verniklenmiş gibi bak. Bir de oh mis gibi gibi de kokuyor, maşaAllah. Bal gibi de, tadı da çok çok güzel. Mesela mandalina, şu bak görüyor musun, yani yemeyeceğim korkmayın. Bak kabuğundaki güzelliğe, ambalajındaki mükemmelliğe bak. Ne tam yapışmış, ne tam yapışmamış, ama çektin mi gıcır gıcır ve suyunu muhafaza ederek, bir kabuğunu daha çeker çekmez mis gibi bir koku ile bir şeyi var, önden bir koku ikramı yapıyor. Bak parmaklar falan mis gibi kokuyor. Şu içindeki beyaz kısım, bak görüyormusun şu, pamuk gibi bu onu sarmış böyle, adeta bir değil mi, pamuk tabakası ile bir şeyi muhafaza eder gibi ediyor. Şimdi bak, bunun içinde yüzbinlerce mandalinanın kromozomu kodlu. Bundan yüzbinlerce mandalina çıkarabilirsin bundan. Yani bütün koku, ağaç, mandalinanın ağacını çıkartıyorsun, ağacını. Köküyle bilmem neyi, teşkilatıyla, tahtasıyla, hepsi en ince detayına kadar ve iler ki nesillerin özellikleri de var. Bakın, bir tek o ağacın değil, sonra ileride meydana gelecek ağaçlarında bütün özellikleri kodlu. Tek o değil yani, o çok önemli. Tabii, hepsi kodlu... Mesela bu kabuğu biz kaldırıp atıyoruz, içi harikalarla dolu bunun. Kromozomların yapısını bir inceliyoruz, nefes kesici, tabii. İçine giriyoruz mesela… Aman şimdi yiyeceğim-miyeceğim olay çıkacak. En iyisi kendime hâkim olayım, yutkunup-mutkunup bırakayım. İnşaAllah.
OKTAR BABUNA: Hocam, çilek dediniz, çileğe benzer yengeç bulunmuş. Aynı çilek gibi…
ADNAN OKTAR: Göreyim. Ben bu herifi yerim. MaşaAllah. Hakikaten çileklerin arasına girse hiç insan bilmez yani. MaşaAllah. Yeni mi bulunmuş? Yeni bir yengeç türü bulundu. Allah Allah kardeşim her gün bir şey bulunuyor, bitmiyor maşaAllah. Mesela şu siyah erikler, şahane bir şey böyle. Bunun da mesela çekirdeğini Allah ikram olarak, mesela yemeğini yiyiyor insanlar, çekirdekli tabakla alıyor tarlaya serpiyorlar, toprağın üzerine serpiyorlar, on sene sonra al sana bir erik ağacı daha, hazır nimet yani. Bak üzeri pırıl pırıl parlıyor, verniklenmiş gibi, gıcır gıcır.
OKTAR BABUNA: Bir de renkleri Hocam, çok olağanüstü maşaAllah, çok güzel renkleri.
ADNAN OKTAR: Kardeşim her birinin kokusu tadı ayrı. Çok şahane... Bir de sanki ilaç deposu. Kalsiyuma mı ihtiyacın var, buyur. Magnezyum, potasyum, bakır, çinko, kobalt ve tam ayarında, yani vücudu rahatsız etmiyecek gibi. Vitaminler tam ayarında, A, B, C, B komplekli vitaminlerin tamamı, B1, B2, B6, B12, Kobalamin bilmem ne, şu bu falan hepsi var. Antioksidanlar...
OKTAR BABUNA: Kansere de iyi geliyor, evet.
ADNAN OKTAR: Tabii... Yani antikanser özellik gösterten maddeler, inşaAllah. Bir de vücut Ph’ını çok güzel dengeliyor. Mesela meyve, sebze bol yiyen insanın vücudu daha dirençli oluyor. Gribe, hastalıklara karşı daha canlı olur. Mesela sırf pilav yiyiyor falan adam, bitap olur, 12 saat sonra falan bitkinleşir. Ama meyve yiyen insan 12 saat sonra cıva gibi olur.
Sayın Adnan Oktar’ın 7 Eylül 2013 tarihli sohbetinden Tur Suresi ile ilgili açıklamalar.
ADNAN OKTAR: Tur Suresi. Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Şeytandan Allah’a sığınırım. “Tur'a andolsun” dağa, “Satır (satır) dizili kitaba,” demek ki kitap çok önemli. İnternet mi kitap mı? Kitap çok hayatidir. “Yayılmış ince deri üzerine;” burada Tevrat’a da dikkat çekilmiş oluyor. Çünkü Tevrat deri üzerine yazılıyordu. Ama en makbul yazının en güzel yazı yazmanın mesela ince deri üzerine olacağına da işaret etmiş oluyor Kuran. Çünkü bozulmuyor, kalıyor uzun süre ve çok kullanışlı oluyor. Kağıt çok kolay yırtılır ve yanar ama deri çok dayanıklıdır. “Ma'mur eve,” süslü, güzel eve, “Yükseltilmiş tavana,” demek ki güzel ev nimet, yükseltilmiş tavan nimet basık evler hakikaten insanı rahatsız eder. Tavan yüksekse insan rahat eder, güzel olur. “Kabarıp, tutuşan denize,” kıyamet başladığında deniz kabarıyor yani karalar hareket ettiği için hacim oluyor, kabarıyor deniz, yükseliyor ve tutuşuyor. Niye tutuşuyor? Çünkü magma alttan dışarı çıkıyor, fışkırıyor. Fışkırınca muazzam magma sütunları, ateş sütunları suyla karışık olarak göğe yükselmeye başlıyor. Hem buhar hem ateş olarak. “Şüphesiz senin Rabbinin azabı kesin olarak gerçekleşecektir”, kıyameti. “Onu uzaklaştırıp-engel olacak yoktur. O gün gök, sarsılıp çalkalanır” diyor Cenab-ı Allah. “O gün gök, sarsılıp çalkalanır” her yer sarsılır demek ki deprem. Çalkalanma nedir bu? Deprem, evet. Ama çok yüksek güçte. “Ve dağlar (yerlerinden oynatan) bir yürüyüşle yürür” dağ hareket ediyor magmanın üstünde oradan oraya gidiyor. Çarpmanın hızıyla, gücüyle kıyamet başladığı için. “İşte o gün,” diyor Allah, “yalanlayanların vay haline,” o zaman işte çekler, senetler, evlenmek için yapılan entrikalar, oyunlar, hırslar, üremek için yapılan gayretler onların hepsi anlamsız hale gelmiş olacak. Diyor ki “Ki onlar, 'daldıkları saçma bir uğraşı' içinde oynayan-oyalananlardır” saçma bir uğraş nedir? Dünya telaşı, dünya işleri. Dünya işi, Allah için olursa kıymeti vardır. Dünya işi Allah için olmazsa, bir anlamı yoktur. Ahreti amaçlayarak, Allah rızası için yapılırsa bir amacı olur, faydası olur.